28 Temmuz 2011 Perşembe

Gezdik, eğlendik, evlendirdik... Temmuz'u bitirdik!

Aklımda bir şarkı var bu günlerde... “Dünya dönüyor sen ne dersen de, yıllar geçiyor farketmesen de” Yaz dedik geldi, geçti gidiyor bile, Temmuz’un sonlandırmaya ne kaldı şurada, Ağustos gelmiş red etmek istesek bile. Bir kavuracak bizi sonra kap şemsiyeyi koy çantaya yağmur indirebilir saniyeler içinde, bakmışsın sonbahar gelmiş işte!

Bu yüzden hazır İstanbul boşken, tadını çıkarıyorum ben de... Zorunlu olarak mutfağımız kapalı, akşam yemekleri konserlerde, düğünlerde hadi bilemediniz tarihi eserleri gezerken çevredeki “mutlaka yemelisiniz” denilen yerlerde. Boş vakitlerde mutfak açık ama menü karpuz, peynir ve soğuk içeceklerden ibaret; ne de olsa yaz, hafif yemek gerek...

Bu bir yemek blogu evet, kendini zorunluluklarda uzaklaştırmaya çalışan, tüm hayatı iş olmuş ara ara nefes almaya ancak saatler bulabilen bendenizin yemek blogu ve şimdi alışkanlıklardan sıyrılmak adına yine Kerpe gezisi tadında, ama bu sefer yediklerim de satır arasında, fotoğraflarla Temmuz ayı özeti karşınızda!

Sevenler kavuşsun biz de şahit olalım dedik Temmuz ayında haftasonları düğün dernek gezdik, mutluluklar diledik!

Yıllarca yıllarca gelsinler de tekrar gün yüzü ile görelim dedik, aylar öncesinden biletlerimizi edinip konser gününü bekledik. Susuz ve köfte- ekmeğe talim şekilde saatler sonrasında sahnede Bon Jovi’yi izledik; tepindik, bağırdık, tek ağızdan söyledik! Pek keyiflendik!

"İstanbul boş mu acaba?" dedik.

Trafik yoğunluk haritalarını kontrol ettik, yemyeşil yolları görüp de boş olduğunda kanaat getirince sokağa akın edilmesin diye kimseye ses etmeden çıktık yola, turist olduk gezdik Eski İstanbul’da...

Gezdik yedik, yedik gezdik... Günlerin getirdiği yorgunluğu bir kaç saat için de olsa yaz yorgunluğuna, sıcak çarpmasına çevirdik.

Şehri, stresi, gerginliği eserlerin içinde dinginliğe terkettik. Yedik demiş miydim?

Siz de gezin, fırsat yaratın gezin! 20 TL’ye bir yıl süre ile geçerli olacak bir müze kart edinin, Eski İstanbul’a gidin, Arkeoloji Müzesini, Yerebatan Sarnıcı’nı, Ayasofya’yı, Sultanahmet’i, Topkapı Sarayı’nı gezin. Arasta’da Kapalı Çarşı’da dükkanların ışıltısına kaptırın kendinizi...

Daha önce gezimi anlatırken yorumlar arasında neyin ne kadar tuttuğunu belirtmem istenmişti, buyrun size dökümü; (müze kart ile girilmeyen mekanları ayrıca belirtmeyi de ihmal etmedim, galiba bu işi de sayenizde öğrendim)

  • Müze Kart – 20 TL ( bir yıl süre ile tüm Türkiye’de geçerli)
  • Topkapı Sarayı Harem – 15 TL
  • Yerebatan Sarnıcı – 15 TL
  • Sultanahmet Köftecisi – kişi başı 10 TL
  • Su-Vapur-Mısır –Mendil vb. – 5 TL

Sıcaklara dikkat, sırt çantanızdan aman suyu eksik etmeyin! Hatta turistlere özenin ve bence açık renk bir şemsiye edinin! Yeşillik arasında Arkeoloji Müzesi'nde mola verin, kahvenizi için soluklanın..

Gülhane'ye inin çeşit çeşit cıvıl cıvıl insanların arasına karışın, ayağınızı toprağa basın, dev ağaçların gölgesinde nefes alın... Evet, evet bunu fırsat yaratın mutlaka siz de yapın!

Keyifli günler dilerim.

Not: Eski İstanbul bu kadar fotoğraftan ibaret değil elbette, ama onlar şimdilik bekleme! "Sütüme, Sarelleme Karışma"dınız bakalım daha neye karışmayacaksınız, aklımda fikirler, içimde heyecanlı amatör ruhlu engin düşünceler... Ama takibe devam, bu blogda yemek ile yola devam...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Kanlıca yoğurdu, tatlı krizi, yaz, cheesecake... d)Hepsi!

Her şey bir kutu kanlıca yoğurdu ile başladı aslında... Market rafında gördüm onu, yıllar sonra; sonra birden aklıma geçmiş zamanda şekerli ve ilginç gelen tadı geldi. Sonra dedim ki “meyveli yoğurt yoktu eskiden pudra şekerli yerdik biz bunu”, tabi öyle bir edayla düşündüm ki “buralar eskiden dutluktu” havasında, nereden nereye!

Sonra şeftaliler, her sene olduğu gibi hep kahvaltıma dahiller, her tatlımın içindeler... Neydi o tarif geçen yaz, yaza veda turtası; o vedadan sonra bütün sene bekledim onları. Derken tatlı krizi, sonra kalbe giden yolun mideden geçmesi, ardında mevsimlerden yaz malum aşkı bol olur; dedim ki gönül (ç)almaya pratik tarif üreteyim en iyisi...

Bir kanlıca yoğurdundan çıktım yola, daldan dala, geldi sıra şeftalili pratik cheesecake anlatmaya:

  • ½ paket yuklaflı bisküvi
  • ½ paket labne
  • ½ paket krema
  • 3-4 yemek kaşığı tepeleme yoğurt
  • 2 yemek kaşığı pudra şekeri
  • 3 adet olgun şeftali
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 tatlı kaşığı vanilya

Öncelikle bisküvileri küçük parçalara ayırıyoruz. İster bir torbanın içinde, etrafa saçmadan eze eze; ister elimizde parçalıyoruz bir kasenin içine. Ardında erittiğimiz tereyağını içine katıyoruz ve karıştırıyoruz.

Ardından pudra şekeri, labne, yoğurt ve kremayı bir kaba alıyoruz. Peynir ve yoğurt kokusu burnunuza ağır gelirse karışıma bir tatlı kaşığı da vanilya ekliyoruz.

Pürüzsüz bir kıvam alana dek karıştırıyoruz. Tüm şeker işte bu kadar, 2 yemek kaşığı pudra şekerinden ibaret. Ne de olsa bisküvi var, ne de olsa meyvenin kendi şekeri var.

Peynirli karışım, soyulmuş/dilimlenmiş şeftaliler ve tereyağına bulanmış leziz bisküvi kırıntılarımızda hazırsa, geldik son aşamaya...

Süre tutan oldu mu şu ana kadar, ne kadar pratik; değil mi ama?

Kaselerin içine veya geniş ağızlı bardaklara 2 yemek kaşığı bisküvi ekliyoruz, ardından taze şeftali dilimleri ve son olarak peynirli/yoğurlu karışım. Dilerseniz meyveler ile karışımın sırasında farklılığa gidebilirsiniz.

Buzdolabında üzerini kapatıp yarım saat süre ile demlenmeye bırakın, tabi dayanabilirseniz ve ardında afiyetle serin serin tadına vararak kaşıklayın. 10 bilemediniz 15 dakikada tam yazlık bir tarif işte karşınızda...

Sofralarınız lezzet dolsun, afiyet olsun...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Erken kalkan yol alır, kahvaltı yanına kâr kalır!

Simitçiler, pastaneler, fırınlar sardı dört bir yanımızı, her gün işe giderken görüyorum poğaça-açma-simit ve zeytin ezmesi ile sürülebilir beyaz peynir resmi kahvaltılık yiyeceğimiz olmuş. Herkesin elinde saman kağıdımsı paketler, içlerinde sarılı sıcak olmaktan çok uzak simitler, masa başında acele ile, belki sallama poşet çay eşliğinde www. ile başlayan gazeteler okunurken, alışkanlıktan yenilecek.

Ben yemiyor muyum? Yiyorum ama her ay belki bir kere, taş çatlasın 2 kere; o da hafta sonu sabah erkenden kalkar ve sıcak bulacağımı bildiğim saatte fırına gidersem. Simit dediğin taze yenir, beklemişi bence makbul değildir. Ayrıca lütfen, her gün yenmez; vakitsizlik derseniz itiraz ederim, pekala hep diyorum 10 dakika erken kalkılabilir. Fiyatı deseniz, ekmekten pahalı... Tamam hadi adını koyalım, üşengeçlik bunun adı!

Ne demiştim daha önce, yine arkasındayım. Öncelikle sabah kalkış saatimizi 10 dk. önceye alıyoruz. Sonra (çalan saati duymamazlıktan gelmeyip) uyanıp, sabah rutinimizi tamamladıktan sonra mutfağın yolunu tutuyoruz. Ben bunu uzun yıllardır yapıyorsam, kahvaltı etmeden evden çıkmıyorsam, yapılabilir demek ki... Biraz denemek, çaba sarfetmek gerek!

Mis gibi Çanakkale domatesi artık manavlarda, sonra beyaz peynir ya da eski kaşar, bir kaç yeşil biber; varsa tazesinden nane, fesleğen yoksa kurusu da kafi, tadı da yeter. Haftasonu ise sarımsak bile eklenebilir belki de iyice lezzetlensin diye...

Ekmek baget olacak, içi alınacak, bir değil; kıtır olsun diye iki kere kızartılacak. Sonra içine o muhteşem kahvaltılık karışımdan katılacak, biraz zeytinyağı gezdirilecek üzerinde şifa niyetine... İşte size Türk tipi kahvaltı, alışılmışın dışında bruschetta görüntüsünde...

Görüyorsunuz işte, kahvaltı etmek hiç zor değil aslında; maksat hareketsiz bünyelerimiz daha da mayalanmasın, tek tip yemeye alışmasın, mevsimlik sebzelerin tadına varsın!

Daha ne olsun, afiyet olsun!

10 Temmuz 2011 Pazar

Semizotunun en sevdiğim hali, salata!

Takıntılıyım, evet bildiğiniz takıntılıyım... Sabahtan beri kırmızı soğan ile semizotu bulacağım diye kaç market gezdim ben bilirim. Biri var, biri yok; hayır ikisi de aynı marketten olacak! Hayır beyaz soğan olmaz, mutlaka kırmızı olacak. Çünkü aklımda onların renginden, tadından, suyundan faydalanacağım bir tarif var. Hayır, semizotu yerine de bir şey olmaz. Mutlaka ama mutlaka semizotu olacak! Ve bugün bunu yapmalıyım üstüne üstlük yemeliyim, çünkü aklımdaki ve paylaşmak için sabırsızlandığım tarif çok lezzetli...

Kaç zamandır tarif üretecek vakit bulamamışım, bu yüzden takıntımı göz ardı etmedim. Başardım mı? Evet... En sonunda ikisini de buldum, üstelik kilolarca değil! Bir taptaze demet semizotu, az topraklı ama köklü ve 4 lü paket kırmızı soğan; çünkü kilolarca istemiyorum, takıntılıyım diye boşuna demedim!

  • ½ demet semizotu
  • ½ adet kırmızı soğan
  • 2 kibrit kutusu beyaz peynir (küp doğranmış)
  • 2 yemek kaşığı file badem
  • 1 limon
  • 3 yemek kaşığı zeytinyağı
  • Tuz - karabiber

Bir salata var aklımda önce semizotlarını bol su ile iyice yıkadığım, toprağından arındırdığım. Ama semizotları da körpe olacak, minik yapraklı olacak.

Semizotları suda beklerken bir kaç dakika, soğanın yarısını ince ince doğrayacağım, halkalarına ayırıp, üzerine marine olması, turşumsu bir hal alması için limon suyu sıkacağım ve tuz serpeceğim.

Sırada file bademler var, teflon tavada sadece bir-iki dakika süre ile onları kavuracağım. Altuni renge ulaştıklarında tavaya ocağın üstünden almak gerek, unutmamalıyım!

Ve servis zamanı... Semizotlarını süzüp salata tabağına alıyorum, üzerine sıra ile marine kırmızı soğanları, kavrulmuş bademleri ve minik küpler halinde doğranmış beyaz peyniri ekliyorum. Marine kırmızı soğanların tadının sindiği limon suyunu ve zeytin yağını da ekleyince hazır.

Kırmızı soğanlı semizotu salatası yaptım, üzerine kavruk badem kattım... Hayal ettiğim tadı buldum, rahata erdim... Tam düşündüğüm gibi oldu, ne yalan söyleyeyim! Takıntılarım bir defa olsun hayatı bana zehretmek yerine; hayatıma renk ve tat kattı. Boşuna demiyorum hep; aklımda kalacağına, soframda olsun, midemde dursun!

Afiyet olsun!