Ön yargılı mıyım, evet! Yeniliklere de açık değilim biliyorsunuz, uzun uzun anlatmak gerekiyor bana bir şeyin faydalı olup olmadığını (bkz:dondurulmuş gıda). Üstelik gündelik hayatın yoğunluğu arasında vaktim de yok daha fazla yere koşmaya, ek olarak seçiciyim de... Hal böyle olunca, o etkinlik senin bu etkinlik benim olmuyor, ince elenmiş sık dokunmuş, bilincime katkısı olabilecek, bana katkısı olabilecek etkinlikler tercih ediliyor.
5 Aralık 2011 Pazartesi
Ufak ama lezzet dolu bir mola, soya sosuyla...
23 Kasım 2011 Çarşamba
Şimdi yeni bir heyecan peşindeyim...
Şimdi yeni bir heyecan peşindeyim, gelenekselleşen "Blog Ödülleri"nde ben de yer alayım istedim. Blog Ödülleri bir süre önce kayıt aşamasıyla başladı, deyim yerindeyse son dakikada bu heyecana dahil oldum. Şimdi ise 2 Aralık'a dek sürecek oylama sürecinin içindeyiz ve sizlerin desteği olmaz ise bu heyecan tamamlanmayacak ama ne yazık ki...
Gökten düşen 3 elma misali, farklı kategorilerde 3 adet oy hakkınız var, belki biri benim için olur. Heyecanıma eşlik etmeniz için tek yapmanız gereken https://www.blogodulleri.com/
Afiyette kalın,
19 Kasım 2011 Cumartesi
Dünyanın en güzel, en lezzetli ananası!
Böyle gezdiğim günlerden birinde, “Stumble Upon” bana evde nasıl ananas yetiştirilebileceğini gösterdi. İnanılır gibi değil, evde ananas yetiştirmek; tek yapmanız gereken biraz toprak ve bir adet ananas almak ve sonra da 24 ile 36 ay arasında beklemek! Evet, kabul ediyorum çok uzun bir süre ama pek çok salon bitkisi de bunca süre evimizde kendine yer edinmiş olmuyor mu? Üstelik bu bitki meyve verecek ve bize salonumuzun orta yerinde bambaşka bir deneyim yaşatacak. Kendi ananasını yetiştirmek, inanılır gibi değil! Görünce mutlaka denemeliyim ve paylaşmalıyım dedim, buyrun detayları...
Öncelikle yaprakları yeşil bir ananas alıyoruz ve tepesinden iki parmak kadar ölçerek kesiyoruz.
Ardından kestiğimiz kısım su içinde kalacak şekilde bir tabağa yerleştiriyor ve 3 gün boyunca güneş alan bir yerde filizlenmesi için bekletiyoruz. 3. Günün sonunda biz göremesek de filizlendiği söyleniyor ve su ilginç bir şekilde ara ara jölemsi bir hal alıyor.
3. günün sonunda seralardan, çiçekçilerden bulabileceğiniz 16 cm.lik bir saksı ile iç ve dış mekana uygun torf alarak ananas kökünü ekebilirsiniz. Tek yapmanız gereken saksıya toprağı dökmek ve biraz aralayıp içine ananası oturtmak ve ardından çevresine bastırarak sabitlemek. Haftada iki kere az sulamanın yeterli olduğu söyleniyor, toprağın nemli olması yeterli. Ayrıca bir faydası olur mu bilmiyorum ama ben can suyu olarak, o jölemsi suyu da döktüm toprağa.
Tebrikler! 3 yıl sürecek bir fen projesine böylelikle başlamış olduk; fasülye filizlendirmekten, balkonda maydanoz, fesleğen yetiştirmekten daha öte bir deneyim bu bence. Pek çokları gidip marketten almanın daha kolay olacağını düşünebilir elbette ama bu gelişimi görmeye değer bence! Bir filin hamilelik sürecinden bile uzun bir sürede dünyanın en güzel, en lezzetli ananasına kavuşacak olmak, harika... Neden mi dünyanın en güzel, en lezzetli ananası çünkü ben yetiştiyorum, deneyimliyorum ve emek harcıyorum.
Şimdi bu arta kalan kısmı nasıl değerlendireceğimi düşünmeliyim! Belki onun için de fikirler üretirim.
Keyifli günler dilerim.
14 Kasım 2011 Pazartesi
Keyifli bir portal ile keyifli bir çalışma...
Konu mutfak olunca ve karşıma değerli projeler çıkınca da haliyle “hayır” demek imkansızlaşıyor, mükemmel bir çalışma olması için insan keyifle uğraşıyor. “Türkiye'nin İlk Ev Yaşam, Dekorasyon ve Alışveriş Portalı” Evmanya ile de işte tam bu tatta bir çalışma hazırladık bu ay. Alışveriş, magazin, rehber, evinizi dekore etmeniz için pratik öneriler, parlak fikirler, bloggerlardan öneriler, kampanyalar, mimari fikirler vb. ne ararsanız var Evmanya’da; üstelik birbirinden güzel mutfak aletleri, dekoratif malzemeleri de satın alabilmek cabası...
Neler yaptık peki? Evmanya E-dergi’nin Kasım sayısında okuyucuları için 6 sayfalık bir çalışma hazırladık. Ben mutfağımda sıklıkla kullandığım, hayatımı kolaylaştıran mutfak aletlerini anlattım. Sonra da onlardan faydalanarak hazırladığım, "pratik leziz öğünler" olarak adlandırılabilecek tariflerimi paylaştım...
Ne de olsa evimize de kendimizi de özen gösteriyoruz; sağlıklı yemekleri hak ettiğimiz kadar, yaşamak için elimizden geldiğince, kendimizce keyifli ortamları da hak ediyoruz.
Herkesin kesesine uygun ürünleri bulabileceğine ve dekorasyonda bu gidişle bir kaynak olacağına inandığım Evmanya ile böyle keyifli bir çalışma hazırladığımız için kendi adıma mutluyum, sizlerin de beğeneceğinizi umarım...
Keyifli, bulutlara inat güneşli günler dilerim.
5 Kasım 2011 Cumartesi
Lütfen lütfen lütfen... Mutlu bir bayram olsun!
Kendimi kandırsam da, mutfakta geçirdiğim sınırlı sürede artık kendimi iyice oyalayacak tarifler peşinde koşuyorum, farklılıklar arıyorum, bunu biliyorum. Çünkü malum gündem(ler)i biraz olsun arkamda bırakmak için, yoğunluktan vakit ayıramadığım mutfağıma olan sadakatimi kanıtlamak için belki de böyle tariflere ihtiyacım var. Ne de olsa zor günler geçiriyoruz hep birlikte...
İşte böyle bir ruh halinde iken hazırladım, birazdan detaylarını okuyacağınız bu gevrek, mis kokulu, buram buram tereyağlı sakızlı ama hafif acı kurabiyeleri. Bu kurabiyeler ile acı bir kahvenin yanında açılacak zihnimiz, şenlenecek damağımız, enerji bulacak bünyemiz. Sakızın tatlığı bir yanını, biberin-acıbadem şurubunun acılığı, kahvenin yanık tadı farklı bir noktasını uyaracak dilimizin, tat bulacağız güne başlarken. Her güne her telden bir haberle başlıyoruz, kurabiyemizde de aynı böyle farklı tatlar bir arada olsun değil mi?
12-14 adet cookie veya 25 adet acılı acıbademli kurabiye için malzemelerimiz;
- 1 su bardağı esmer şeker
- 1 tatlı kaşığı acı toz biber
- 2 su bardağı beyaz un
- 200 gr. tereyağ
- 1 yumurta
- 2 yemek kaşığı (alkolsüz) acıbadem şurubu
Sakızlı kahveli glazür için malzemelerimiz;
- 1 tam 1/4 su bardağı pudra şekeri
- 2 çay kaşığı tereyağ
- 1/2 yemek kaşığı türk kahvesi
- 1 yemek kaşığı süt
- 1 yemek kaşığı damla sakızlı macun
5 Ekim 2011 Çarşamba
Genç bir yetenek, ilham veren tatlar ve bir mutfak okulu...
Meğer işe giderken, Dikilitaş'ta her gün önünden geçtiğim yer bir okulmuş... Kapı girişinde “mihenk taşı” misali her bir dönüm noktasının fotoğrafı... Ben ülkemizde bunca başarısı olan, böyle genç bir şef olduğundan habersizdim bugüne kadar; meğer 2009 yılında Cumhuriyet’imizin 86. yıldönümünde Cumhuriyet resepsiyonuna davet edilmiş, meğer 2005 yılında “Avrupa’nın en iyi genç şefi madalyası”nı kazanmış, meğer Avrupa’da Michelin yıldıza sahip bir restorantta çalışıp çeşitli yabancı zincir işletmelerin şefliğini yapmış...
Yemeklerine, mutfağına gelince ise; çok disiplinli, şeflik onun işi, bizim gibi aşk yaşamıyor tarifleriyle, o bir bilim adamı edasıyla yaklaşıyor sebzelere meyvelere, kimyasından hareket ediyor. Önlüğünü çıkarınca şefliği de son buluyor. Yadırgayabilirsiniz evet ama tarzı bu ve başarısını da buna bağlıyor. Zaten okulu Chef’s Table’ı da Türkiye’de ilk defa yemek yapmayı öğretmekten öte yemek yapmanın mantığını, kimyasını öğretmek için kurmuş Serkan Bozkurt.
Şef’in masası (Chef’s Table) ne derseniz? Metal aksamlı “U” şeklinde 16 kişilik teorik ve pratik eğitimin verildiği çalışma istasyonunun yanı başında, tam da mutfak koşturmacasına şahit olabileceğiniz yakınlıkta, 18 kişi oturma kapasiteli 4 metrelik ham meşeden bir masa... Pek çoğumuzun hayali belki de; uzun bir masanın çevresinde, geceyi güne bağlayacağınız sohbetler etmek arkadaşlarınızla ve yemek ama öyle doymak için değil sadece, ruhu da beslemek gerek elbette...Bir gün, neden olmasın?
Hayallere bir yana, mutfak sırlarından başladık, tariften tarihe daldık, durmadık mutfağa magazinel yaklaştık. Mesela yemeğe bir kompozisyon gibi yaklaştık; düşünün beyaz kağıt karşınızda hemen yazmazsınız değil mi tam tepesinden en aşağısına. İşte o güzelim beyaz tabaklar da aynı böyle kullanılmalıymış aslında, ikişer parmak her tarafından sunum kendini gösterecek şekilde tam ortaya... Nizam şart değil ama kendi için bir düzeni var mutlaka! Derken derken zeytinyağlıyı, yumurtayı, mutfakta hijyen kurallarını ve yıkama-pişirme tekniklerini dinledik, et ve pişirme metotları üzerine görüşmek üzere söz aldık!
Sohbet ettik ve yemek yedik. İnsan daha ne ister! Sohbetimize eşlik eden ve benim gibi diğer blog yazarı arkadaşlarıma da ilham verdiğini düşündüğüm tatlara gelince, işte hepsi sırayla karşınızda...
Pancarlı humus yatağında kadayıfa sarılı marine karides (zencefil ve misket limonu turşusu ile)
Asma yaprağında fırınlanmış abagannuş
Beğendi krep üstü kuzu ızgara (karanfilli nar jölesi ile)
Soslu kırmızı biber yatağıda smoked/tütsülenmiş köfte
Safran soslu sebze üzerinde baklava yufkasına sarılı sudak balığı
Zencefilli kayısı sosu ile bitter terin ve frambuaz sorbet
Rakılı dondurma
Biliyorsunuz böyle komplike isimli restaurant tipi tariflere zaafım var, hal böyle olunca daha da keyiflendim, edindiğim bilgiler ve aldığım ilham da cabası... En kısa sürede kendim de deneyeceğim, üstümdeki pasdan sıyrılacağım, kendime söz verdim. Üstelik ülkemizin genç yeteneklerinden olması bir yana, uzun süre sonra hayalleri peşinden koşan akranım biri ile tanıştım. Profesyonellik (galiba) benden geçti ama amatör ruhla yola devam etmek, bilgilerime yenilerini eklemek için ilk fırsatta bu sefer öğrenci olarak galiba ben Chef’s Table’ın yolunu tutacağım. Mesela restaurant tatlıları, neden olmasın?
Hayattan ,ilham veren tatlar almanız dileğiyle!
Not: Tüm fotoğraflar I-Pod "leme-leme" uygulamasında çekilmiş ve "pixlr-o-matic" ile düzenlenmiştir.
26 Eylül 2011 Pazartesi
Ambalaj deyip geçmeyin, onlardan gemi(!) yapanlar var!
Dün de çevresel bilinç aşılayan bir etkinlikten haberdar olup soluğu İstanbul City Port’da aldım. Tetra Pak'ın çevre bilincine ve geri dönüşüm konusuna vurgu yapmak amacıyla düzenlediği ve geleneksel hale gelen Karton Gemiler Yarışması’nın üçüncüsünü İstanbul City Port’da gerçekleştirildi.
Günün sloganı “Benim Görüşüm Geri Dönüşüm”dü ve etkinlik kapsamında karton ambalajlardan yapılmış 11 karton gemi yarıştı. Deniz, pek çok markanın karton kutularından yapılmış gemiler(!) ile doldu, rengarenk ve neşe dolu görüntülere sahne oldu...
Bu cümbüşün arasında biraz da rakamlara değinmek gerekirse, 2010 yılında dünyada 30 milyar kullanılmış Tetra Pak içecek kartonunun geri dönüşümü gerçekleştirilirken, Türkiye’de de Tetra Pak ambalaj malzemelerinin 51 tonunun 28 bin tonu geri toplandı. Tetra Pak Türkiye bu oranla dünya sıralamasında altıncı, Ortadoğu Bölgesi’nde ise birinci sırada yer aldı.
Kompozit ambalaj atıklarında ambalaj çöpü
Tetra Pak Büyük Ortadoğu Bölgesi Geri Dönüşüm Teknik Yöneticisi ve Tetra Pak Türkiye Çevre Müdürü Ferid Ekmekçioğlu’na göre ise 2011 hedefi ambalajların yüzde 60’ının geri dönüştürülmesi; yemek severler, bu blogu takip edenler, burada katkımız büyük olacak, ambalajlara çöp muamelesi yapmaya son!
Geri dönüşüm kitiyle ambalajlardan kağıt yapma
Bu sirkülasyonun, Dünya’daki sınırlı kaynakların devamlılığını sağlamak için herkesin çevre konusunda önemli roller üstlenmesi gerekli. Yoksa bir gün.... Düşünmesi bile içimi daraltıyor!
Ama içim nispeten rahat, çocuklara bu bilinç aşılanıyor. ‘’Atıklar Sanat Eserine Dönüşebilir mi?’’ sorusuyla o minik ama hayal gücü geniş, taze zihinlerin çevre ve geri dönüşüm konusunda kurdukları hayalleri yaklaşık 40 tasarımda gördüm. Rengarenk ağaçlar, elbiseler, müzik aletleri... Geri dönüşüm hem zevkli, hem de renkli hallerde içlerine işlemiş belli ki... Üstelik ilköğretim okullarında yapılan “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” adlı çevre eğitimiyle de artan sayıda öğrenciye ulaşmaya devam ediyorlar.
Ben sizi yine ikna edemediysem detaylı bilgi için Çevko’nun Yerel Yönetimler, Kadıköy Belediyesi Atık Yönetimi veya Tetra Pak sayfasını inceleyebilirsiniz.
Portakal suyu kartonlarından çanta ve geri dönüşüm örnekleri
Unutmayalım, bu güzelim yemekleri yapmaya devam edebilmemiz, sağlıkla beslenebilmemiz için Doğa Ana’ya saygıda kusur etmememiz lazım. Zira O’nun bizimle paylaşacağı daha çok lûtfu var yeter ki biz onun imkanlarını kısıtlamayalım, bize mucizelerini sunmasına engel olacak davranışlarda bulunmayalım!
Doğa dostu günler dilerim!
19 Eylül 2011 Pazartesi
Haydi mutfağa, bir başka sebze sote yapmaya!
Sportif faaliyetler fırsat buldukça oluyor, onlar bir yana, yemeğe hep dikkat etmek gerekiyor. Et ürünleri ile aram zaten yok, varsa yoksa sebze-meyve bana. Hal böyle olunca dolapta kalan iki parça sebze bile kıymete biniyor, bir anda bana göre öğün olup çıkıveriyor.
Baharatlı ıspanak kabak sote için malzemelerimiz;
- 1 adet orta boy kabak
- 5-6 yaprak ıspanak
- 2 yemek kaşığı file badem
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı
- 1 yemek kaşığı süzme yoğurt
- Nane,karabiber, toz kırmızı biber
Önce kabakları ince ince doğrayın ve teflon tavada ara ara ters yüz ederek 8-10 dakika süre ile pişirin.Kabaklar sotelenirken bir teflona file bademi ekleyin ve altuni bir renk alana dek 2-3 dakika süre ile ara ara karıştırarak kavurun.
Sıcakken bademleri havana alın ve arzu ettiğiniz tüm baharat çeşitlerini ekleyerek bademleri ezin. (Benim tercihim nane, toz kırmızı biber ve karabiberdi.) Böylece baharatın aroması bademlerin sıcağı ile iç içe geçiyor ve daha da lezzetli oluyor.
Kabaklar renk değiştirince çıtırlığını kaybetmemesi için sadece 2 dakikalığına ıspanakları da ekleyin ve soteleyin. 15 dakika içinde hazırız, doymak bazen bu kadar basit işte!
Sotelediğiniz sebzeleri servis tabağına alın, ortasına bir kaşık süzme yoğurt ekleyin ve sıcak badem ile havanda ezdiğiniz baharat ile süsleyin, tatlandırın.
Hem basit, hem de lezzetli, bence deneyin; seveceğinize eminim... Hatta servis tabağına ekleyeceğiniz bir parça ızgara tavuk göğsü ve kepek ekmeği ile tabağınızı çok şık ve tam bir öğüne çevirebilirsiniz. Ya da daha önceki tariflerde olduğu gibi makarna ile bile harmanlayabilir ve sebze soteli makarna yapabilirsiniz, tercih sizin...
Sofralarınız renk dolsun, afiyet olsun!
12 Eylül 2011 Pazartesi
Süt kattım, "cehennem topuzu"ndan çorba yaptım!
Elimde bir kaç tane daha vardı, ne yapsam diye düşünüp salata ile idare ederken bir yorum daha geldi. Meğer Avusturya’da çorbası yapılırmış, neden olmasın? Alabaşları doğradım, ne yakışır diye kokladım, kendimce bir yorum kattım, onlardan çorba yaptım.
Sütlü alabaş çorbası için malzemelerimiz;
- 3 yemek kaşığı zeytin yağı
- 2 adet orta boy alabaş
- 1 küçük soğan
- 3-4 adet taze soğan
- ½ lt süt
- 2,5 su bardağı tavuk suyu
- 4 çorba kaşığı arpa şehriye
- ½ limon
- 1 tatlı kaşığı nane
- Tuz-karabiber-kırmızı pul biber
Öncelikle alabaşları soyalım. Aynı elma gibi, sadece kabukları biraz daha kalın ama yapısı gereği sizi nasıl soyacağınız yönünde yönlendiriyor, merak etmeyin. Sonra dilerseniz kalın kalın dilimleyin, dilerseniz pişme sürecini hızlandırmak için rendeleyin, size ve vaktinizin bolluğuna kalmış.
Ardından hem taze soğanları hem de beyaz soğanı ince ince doğrayın ve zeytinyağı eklediğiniz tencerede hafif sararana kadar 5 dakika süre ile kavurun. Rendelediğiniz alabaşları da ekleyin ve biraz suyunu salıp, soğanlar ile harmanlanması için 3-5 dakika süre ile karıştırın.
Süt ve tavuk suyunu ekledikten sonra karabiber ve kırmızı biberi de ekleyin. Altı kısık ve kapağı hafif açık olarak pişirmeye başlayın, ne de olsa süt var içinde taşmasını istemeyiz.
20 dakika sonra çorba pişince, blender yardımıyla çorbayı inceltin, arpa şehriyeleri ekleyin ve kısık ateşte 10-15 dakika daha pişirin. Son olarak naneyi de ekleyip, demlenmesi için kapağını kapatın.
Servis anında tereyağında ısıttığınız kırmızı biber ile çeşnilendirebilir, dilerseniz çorbanıza bir kaç sap maydanoz da serpebilirsiniz. Şimdi sıra sizde önce pazara alabaş bulmaya, ardından mutfağa onlara kendi yorumuzu katmaya... Hayat tattıkça güzel!
Afiyet olsun!
Not: Çorba listem gittikçe uzuyor bu daha güzel...