5 Aralık 2011 Pazartesi

Ufak ama lezzet dolu bir mola, soya sosuyla...

Ön yargılı mıyım, evet! Yeniliklere de açık değilim biliyorsunuz, uzun uzun anlatmak gerekiyor bana bir şeyin faydalı olup olmadığını (bkz:dondurulmuş gıda). Üstelik gündelik hayatın yoğunluğu arasında vaktim de yok daha fazla yere koşmaya, ek olarak seçiciyim de... Hal böyle olunca, o etkinlik senin bu etkinlik benim olmuyor, ince elenmiş sık dokunmuş, bilincime katkısı olabilecek, bana katkısı olabilecek etkinlikler tercih ediliyor.


İşte bunlardan bir tanesine geçtiğimiz ay Eyüp Kemal Sevinç’in Mutfak Akademisi EKS’de katıldım. Kikkoman soya soslarının gündem maddesi olduğu bu etkinlikle, Uzakdoğu’nun geçmişi yüzyıllara dayanan lezzetinin kolayca soframızda, Türk mutfağında yer edinebileceğini öğrendim.


Muadillerinin içeriğine ek olarak, yapım aşamalarını ve renk-tat-koku vb. detaylarını dikkatle dinledim. Özeti şu ki, o minnacık şişe aslında basit bir sıvıdan öte; tortusuz olmalı, kimyasal katkı maddesi içermemeli, tatlandırıcı olmamalı ve karamelize edilerek renklendirilmemeli, doğal yolla fermente edilerek o renge erişmeli...


Ama daha bitmedi, meğer etkinlik için EKS’ye girdiğimde beni şaşırtan kalabalık daha da anlamlıymış, kuru kalabalık değil aksine cıvıl cıvılmış.


Okan, İstanbul Ticaret, Yeditepe ve Kocaeli Üniversite'lerinden gelmiş 18 adet gastronomi ve muftak sanatları öğrencisi, 9 blog yazarı, 9 istasyon, bir tezgah dolusu malzeme ve 45 dk. süre!


Curcuna bir yana, kokular öbür yana; sunumu, lezzeti cabası... Hepsi bir arada!


Tatlı bir rekabet, ufuk açan tatlar, sunumlar ve işte benim neşeli ekibim Keremhan ve Emine; isimleri unutmayalım, önü çok açık bu gençlerin...

Hazırladığımız sebze yatağında soya sosuyla marine edilmiş etten de tahmin edebileceğiniz üzere, marine olacak et varsa, işte orada soya sosu bence devreye girmeli. Salt sote etten öte hatta tas kebabında, kuru fasülyede hatta ve hatta lahmacunda bile kullanabilirsiniz. Denedim, bana güvenin...


İşte böyle hayata ufak ama lezzet dolu bir mola... Kikkoman’dan Nazlı Bahçekaya’ya, ev sahibi şefimiz Eyüp Kemal Sevinç ve Cengiz Kına ile tüm EKS personeline ve bu keyifli bir kaç saati yaşamamı sağlayan EKS Editör ve Sosyal Medya Danışmanı Ebru Atlan Tecirlioğlu’na çok teşekkür ederim.

Keyifli günleriniz bol olsun,

23 Kasım 2011 Çarşamba

Şimdi yeni bir heyecan peşindeyim...

"Yediğimden feragat etmem, ama formuma dikkat ederim, yeni şeyler denemek isterim ama bir o kadar da çekinirim diyorsanız doğru yerdesiniz... Ne istersek yiyeceğiz, yenilikler deneyeceğiz, pişirip resimleyeceğiz, uydurup tarifler, elde kalan malzemelerden neler neler üreteceğiz. Bir de pratik öneriler ile hayatımızı renklendireceğiz, yazarken/yaparken yediklerimizi eriteceğiz..." dedim ve yola koyuldum, bir buçuk seneyi onlarca tarif, birbirinden güzel etkinlikler, kitaplar ve tanıştığım yepyeni kişiler ile renklendirdim.

Şimdi yeni bir heyecan peşindeyim, gelenekselleşen "Blog Ödülleri"nde ben de yer alayım istedim. Blog Ödülleri bir süre önce kayıt aşamasıyla başladı, deyim yerindeyse son dakikada bu heyecana dahil oldum. Şimdi ise 2 Aralık'a dek sürecek oylama sürecinin içindeyiz ve sizlerin desteği olmaz ise bu heyecan tamamlanmayacak ama ne yazık ki...

Gökten düşen 3 elma misali, farklı kategorilerde 3 adet oy hakkınız var, belki biri benim için olur. Heyecanıma eşlik etmeniz için tek yapmanız gereken https://www.blogodulleri.com/Ara/1854 linkini izlemeniz ve üyelik işlemlerini tamamlayıp "Sütüme, Sarelleme Karışma!!!"ya oy vermeniz... Unutmayın son gün 2 Aralık!!!

Afiyette kalın,

19 Kasım 2011 Cumartesi

Dünyanın en güzel, en lezzetli ananası!

Kaç yıl oldu bilmiyorum, belki üniversitedeydim; bunca senedir hayatımda bir site var "Stumble Upon". Arama motorlarına sürekli olarak ilgi alanlarınız ile alakalı kelimeler yazıp vakit kaybedeceğinize, bu sitede ilgi alanlarınızı işaretleyip, sadece onlar arasında ve sürekli olarak gezebiliyorsunuz. Bu site ile sadece internette “surf” yapmak ile kalmıyor, pek çok ülkeden işaretlenmiş , pek çok site ile yenilikler öğreniyor, ufkunuzu genişletebiliyor ve durmak bilmez bir öğrenme iştahı ediniyor ve sürekli olarak şaşırabiliyorsunuz. Eğer eve geldiğimde internette gezecek kadar lüks, kendime ayırabileceğim bir vaktim varsa, emin olun ben oradayım...

Böyle gezdiğim günlerden birinde, “Stumble Upon” bana evde nasıl ananas yetiştirilebileceğini gösterdi. İnanılır gibi değil, evde ananas yetiştirmek; tek yapmanız gereken biraz toprak ve bir adet ananas almak ve sonra da 24 ile 36 ay arasında beklemek! Evet, kabul ediyorum çok uzun bir süre ama pek çok salon bitkisi de bunca süre evimizde kendine yer edinmiş olmuyor mu? Üstelik bu bitki meyve verecek ve bize salonumuzun orta yerinde bambaşka bir deneyim yaşatacak. Kendi ananasını yetiştirmek, inanılır gibi değil! Görünce mutlaka denemeliyim ve paylaşmalıyım dedim, buyrun detayları...

Öncelikle yaprakları yeşil bir ananas alıyoruz ve tepesinden iki parmak kadar ölçerek kesiyoruz.

Ardından kestiğimiz kısım su içinde kalacak şekilde bir tabağa yerleştiriyor ve 3 gün boyunca güneş alan bir yerde filizlenmesi için bekletiyoruz. 3. Günün sonunda biz göremesek de filizlendiği söyleniyor ve su ilginç bir şekilde ara ara jölemsi bir hal alıyor.

3. günün sonunda seralardan, çiçekçilerden bulabileceğiniz 16 cm.lik bir saksı ile iç ve dış mekana uygun torf alarak ananas kökünü ekebilirsiniz. Tek yapmanız gereken saksıya toprağı dökmek ve biraz aralayıp içine ananası oturtmak ve ardından çevresine bastırarak sabitlemek. Haftada iki kere az sulamanın yeterli olduğu söyleniyor, toprağın nemli olması yeterli. Ayrıca bir faydası olur mu bilmiyorum ama ben can suyu olarak, o jölemsi suyu da döktüm toprağa.

Tebrikler! 3 yıl sürecek bir fen projesine böylelikle başlamış olduk; fasülye filizlendirmekten, balkonda maydanoz, fesleğen yetiştirmekten daha öte bir deneyim bu bence. Pek çokları gidip marketten almanın daha kolay olacağını düşünebilir elbette ama bu gelişimi görmeye değer bence! Bir filin hamilelik sürecinden bile uzun bir sürede dünyanın en güzel, en lezzetli ananasına kavuşacak olmak, harika... Neden mi dünyanın en güzel, en lezzetli ananası çünkü ben yetiştiyorum, deneyimliyorum ve emek harcıyorum.

Şimdi bu arta kalan kısmı nasıl değerlendireceğimi düşünmeliyim! Belki onun için de fikirler üretirim.

Keyifli günler dilerim.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Keyifli bir portal ile keyifli bir çalışma...

Bakmayın siz sesimin soluğumun çok çıkmadığına, fırsat bulduğum zamanlarda “Sütüme, Sarelleme Karışma!!!” için ufak çaplı çalışmalara elverdiğince devam ediyorum. Çünkü blogum, mutfağım benim dinlenme, sakinleşme alanım... Pek çoklarının aksine ben mutfakta dinleniyorum; biliyorsunuz eskiden sıkıntıdan ne bulursam yerdim, şimdi çıkarıyorum sebzeleri neyin canımı sıktığını unutana dek doğruyorum, ince ince. Bazen ince doğramak için o kadar uğraşıyorum ki; bıçağa sebzeye odaklanmaktan, dünyayı unutuyorum kendi halimde...

Konu mutfak olunca ve karşıma değerli projeler çıkınca da haliyle “hayır” demek imkansızlaşıyor, mükemmel bir çalışma olması için insan keyifle uğraşıyor. “Türkiye'nin İlk Ev Yaşam, Dekorasyon ve Alışveriş PortalıEvmanya ile de işte tam bu tatta bir çalışma hazırladık bu ay. Alışveriş, magazin, rehber, evinizi dekore etmeniz için pratik öneriler, parlak fikirler, bloggerlardan öneriler, kampanyalar, mimari fikirler vb. ne ararsanız var Evmanya’da; üstelik birbirinden güzel mutfak aletleri, dekoratif malzemeleri de satın alabilmek cabası...

Neler yaptık peki? Evmanya E-dergi’nin Kasım sayısında okuyucuları için 6 sayfalık bir çalışma hazırladık. Ben mutfağımda sıklıkla kullandığım, hayatımı kolaylaştıran mutfak aletlerini anlattım. Sonra da onlardan faydalanarak hazırladığım, "pratik leziz öğünler" olarak adlandırılabilecek tariflerimi paylaştım...

Ne de olsa evimize de kendimizi de özen gösteriyoruz; sağlıklı yemekleri hak ettiğimiz kadar, yaşamak için elimizden geldiğince, kendimizce keyifli ortamları da hak ediyoruz.

Herkesin kesesine uygun ürünleri bulabileceğine ve dekorasyonda bu gidişle bir kaynak olacağına inandığım Evmanya ile böyle keyifli bir çalışma hazırladığımız için kendi adıma mutluyum, sizlerin de beğeneceğinizi umarım...

Keyifli, bulutlara inat güneşli günler dilerim.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Lütfen lütfen lütfen... Mutlu bir bayram olsun!

İçimi ısıtan tariflere ihtiyaç duyuyorum son günlerde, kafam sürekli çalışıyor ve ben kendimi kalorili yiyeceklere vermiş haldeyim. En son ÖSS’ye hazırlanırken böyle yoldan çıkmıştım. Her daim çalışan bir kafayı beslemenin tek çaresi bu belki de, ya da ben kendimi kandırıyorum... Bilmiyorum...

Kendimi kandırsam da, mutfakta geçirdiğim sınırlı sürede artık kendimi iyice oyalayacak tarifler peşinde koşuyorum, farklılıklar arıyorum, bunu biliyorum. Çünkü malum gündem(ler)i biraz olsun arkamda bırakmak için, yoğunluktan vakit ayıramadığım mutfağıma olan sadakatimi kanıtlamak için belki de böyle tariflere ihtiyacım var. Ne de olsa zor günler geçiriyoruz hep birlikte...

İşte böyle bir ruh halinde iken hazırladım, birazdan detaylarını okuyacağınız bu gevrek, mis kokulu, buram buram tereyağlı sakızlı ama hafif acı kurabiyeleri. Bu kurabiyeler ile acı bir kahvenin yanında açılacak zihnimiz, şenlenecek damağımız, enerji bulacak bünyemiz. Sakızın tatlığı bir yanını, biberin-acıbadem şurubunun acılığı, kahvenin yanık tadı farklı bir noktasını uyaracak dilimizin, tat bulacağız güne başlarken. Her güne her telden bir haberle başlıyoruz, kurabiyemizde de aynı böyle farklı tatlar bir arada olsun değil mi?

12-14 adet cookie veya 25 adet acılı acıbademli kurabiye için malzemelerimiz;

  • 1 su bardağı esmer şeker
  • 1 tatlı kaşığı acı toz biber
  • 2 su bardağı beyaz un
  • 200 gr. tereyağ
  • 1 yumurta
  • 2 yemek kaşığı (alkolsüz) acıbadem şurubu
Fırını önceden 175C'de ısıtın. Esmer şeker, toz acıbiber, tereyağ, yumurta ve alkolsüz acıbadem şurubunu bir kaba koyun üzerine unun tamamını eleyin.


Tüm malzemeyi yoğurarak katı bir hamur elde edin. Tatlı kaşığı ile hamurdan eşit parçalar koparın ve yuvarlayarak aralıklı olarak yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye dizin.(daha büyük parçalar koparıp minik kurabiyeler yerine cookie'ler de yapabilirsiniz.) Unladığınız çatal ile hamurların üzerine bastırın ve oluklar yapın. Orta ısıdaki fırına yerleştirin ve 15-20 dk. süre ile pişirin.

Sakızlı kahveli glazür için malzemelerimiz;

  • 1 tam 1/4 su bardağı pudra şekeri
  • 2 çay kaşığı tereyağ
  • 1/2 yemek kaşığı türk kahvesi
  • 1 yemek kaşığı süt
  • 1 yemek kaşığı damla sakızlı macun


Kurabiyeler pişerken sakızlı kahveli glazür için tavaya pudra şekeri, tereyağ, türk kahvesi, süt ve damla sakızlı macunu ekleyin. Yakmadan kısık ateşte karıştırarak kaynayana kadar pişirin ve ocağın altını kapatıp katılaşmadan soğuması için ara ara karıştırın.

Kurabiyeler pişince fırında 5dk dinlendirin ve çıkartın ve soğumaları için telin üzerine yerleştirin. Süsleme şırıngası yardımıyla sakızlı kahveli glazürü kurabiyelerin üzerine sıkın ve donması için bekleyin.


Sonra kendinize bir kahve yapın, fırsat bulamıyorsanız şayet inat edin, herşeyi belki de sadece ve sadece 30 dakika için unutun, durun, dinlenin. Sayfalarının arasına günler, haftalar önce fiş koyarak ya da sayfasını kıvırarak kaldığınız yeri işaretlediğiniz kitabınızı alın ve bu bayramda biraz olsun kendinize vakit ayırın, keyif yapmayı hatırlayın... Evet, bunu yapın!


Kısa sürede çok şeyler atlattık milletçe, umarım bu bayram geçmiş günleri telafi edercesine güzellikler getiririr hepimize. Herkese sevdikleriyle, huzur dolu, keyifli bir bayram dilerim.

Afiyet olsun, sağlık olsun...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Genç bir yetenek, ilham veren tatlar ve bir mutfak okulu...

Son günlerde çok dertliydim, işten tam olarak sıyrılıp izin günümde ilham veren, ruhumu renklendiren, keyif veren tarifler üretemediğim ya da gezip de yiyemediğim için; biliyorsunuz iki tuş çevirip de sipariş vermek gücüme gidiyor benim, sanki yeteneğimi köreltiyor... Ama şansıma herşey denk düştü, elimi çabuk tuttum işlerimi bitirdim ve Cumartesi günü yaşının yarısı kadar olan meslek yaşantısına 15 ayrı ülkeden 35 madalya, kitaplar, (tarif değil) icatlar, yemek sırları sığdıran milli şef Serkan Bozkurt ’un butik yemek okulunun yolunu tuttum. Yeni bir şeyler öğrenirim sevdasıyla, ilk defa gideceğim work-shop’un konseptini bile sorgulamadım, “bir yolunu bulup geleceğim” dedim. Yorgunluktan elim adam gibi bıçak tutacak halde değildi, ama sorgulamadım. İyi gelir açılırım, ilham alırım diye düşündüm Chef’s Table’a vardım...

Meğer işe giderken, Dikilitaş'ta her gün önünden geçtiğim yer bir okulmuş... Kapı girişinde “mihenk taşı” misali her bir dönüm noktasının fotoğrafı... Ben ülkemizde bunca başarısı olan, böyle genç bir şef olduğundan habersizdim bugüne kadar; meğer 2009 yılında Cumhuriyet’imizin 86. yıldönümünde Cumhuriyet resepsiyonuna davet edilmiş, meğer 2005 yılında “Avrupa’nın en iyi genç şefi madalyası”nı kazanmış, meğer Avrupa’da Michelin yıldıza sahip bir restorantta çalışıp çeşitli yabancı zincir işletmelerin şefliğini yapmış...

Yemeklerine, mutfağına gelince ise; çok disiplinli, şeflik onun işi, bizim gibi aşk yaşamıyor tarifleriyle, o bir bilim adamı edasıyla yaklaşıyor sebzelere meyvelere, kimyasından hareket ediyor. Önlüğünü çıkarınca şefliği de son buluyor. Yadırgayabilirsiniz evet ama tarzı bu ve başarısını da buna bağlıyor. Zaten okulu Chef’s Table’ı da Türkiye’de ilk defa yemek yapmayı öğretmekten öte yemek yapmanın mantığını, kimyasını öğretmek için kurmuş Serkan Bozkurt.

Şef’in masası (Chef’s Table) ne derseniz? Metal aksamlı “U” şeklinde 16 kişilik teorik ve pratik eğitimin verildiği çalışma istasyonunun yanı başında, tam da mutfak koşturmacasına şahit olabileceğiniz yakınlıkta, 18 kişi oturma kapasiteli 4 metrelik ham meşeden bir masa... Pek çoğumuzun hayali belki de; uzun bir masanın çevresinde, geceyi güne bağlayacağınız sohbetler etmek arkadaşlarınızla ve yemek ama öyle doymak için değil sadece, ruhu da beslemek gerek elbette...Bir gün, neden olmasın?

Hayallere bir yana, mutfak sırlarından başladık, tariften tarihe daldık, durmadık mutfağa magazinel yaklaştık. Mesela yemeğe bir kompozisyon gibi yaklaştık; düşünün beyaz kağıt karşınızda hemen yazmazsınız değil mi tam tepesinden en aşağısına. İşte o güzelim beyaz tabaklar da aynı böyle kullanılmalıymış aslında, ikişer parmak her tarafından sunum kendini gösterecek şekilde tam ortaya... Nizam şart değil ama kendi için bir düzeni var mutlaka! Derken derken zeytinyağlıyı, yumurtayı, mutfakta hijyen kurallarını ve yıkama-pişirme tekniklerini dinledik, et ve pişirme metotları üzerine görüşmek üzere söz aldık!

Sohbet ettik ve yemek yedik. İnsan daha ne ister! Sohbetimize eşlik eden ve benim gibi diğer blog yazarı arkadaşlarıma da ilham verdiğini düşündüğüm tatlara gelince, işte hepsi sırayla karşınızda...

Pancarlı humus yatağında kadayıfa sarılı marine karides (zencefil ve misket limonu turşusu ile)

Asma yaprağında fırınlanmış abagannuş

Beğendi krep üstü kuzu ızgara (karanfilli nar jölesi ile)

Soslu kırmızı biber yatağıda smoked/tütsülenmiş köfte

Safran soslu sebze üzerinde baklava yufkasına sarılı sudak balığı

Zencefilli kayısı sosu ile bitter terin ve frambuaz sorbet

Rakılı dondurma

Biliyorsunuz böyle komplike isimli restaurant tipi tariflere zaafım var, hal böyle olunca daha da keyiflendim, edindiğim bilgiler ve aldığım ilham da cabası... En kısa sürede kendim de deneyeceğim, üstümdeki pasdan sıyrılacağım, kendime söz verdim. Üstelik ülkemizin genç yeteneklerinden olması bir yana, uzun süre sonra hayalleri peşinden koşan akranım biri ile tanıştım. Profesyonellik (galiba) benden geçti ama amatör ruhla yola devam etmek, bilgilerime yenilerini eklemek için ilk fırsatta bu sefer öğrenci olarak galiba ben Chef’s Table’ın yolunu tutacağım. Mesela restaurant tatlıları, neden olmasın?

Hayattan ,ilham veren tatlar almanız dileğiyle!

Not: Tüm fotoğraflar I-Pod "leme-leme" uygulamasında çekilmiş ve "pixlr-o-matic" ile düzenlenmiştir.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Ambalaj deyip geçmeyin, onlardan gemi(!) yapanlar var!

Sütüme, Sarelleme Karışma!!!”nın yakın takipçileri geri dönüşüm konusundaki hassasiyetimi iyi bilirler. Geçtiğimiz sene sizlerle ambalaj atıklarımı ayrıştırdığımdan bahsetmiştim, Çevko’nun Yerel Yönetimler ile beraber sürdürdüğü iş birliği kapsamında halen her Salı sabahı ayrıştırdığım çöpleri yetkillere teslim etmeye devam ediyorum. Organik atıklar ise ayrı bir çöpe gidiyor ve ne kadar azaldıklarını tahmin edemezsiniz, meğer asıl yeri kaplayan ambalajlarmış. Artık içim rahat onlar geri dönüyor ve yine ambalaj olarak, defter-kağıt olarak, hatta (artık) kalem olarak bana geliyor. Bu bilincin yayılmasından ne kadar memnun olduğumu tahmin edemezsiniz.

Dün de çevresel bilinç aşılayan bir etkinlikten haberdar olup soluğu İstanbul City Port’da aldım. Tetra Pak'ın çevre bilincine ve geri dönüşüm konusuna vurgu yapmak amacıyla düzenlediği ve geleneksel hale gelen Karton Gemiler Yarışması’nın üçüncüsünü İstanbul City Port’da gerçekleştirildi.

Günün sloganı “Benim Görüşüm Geri Dönüşüm”dü ve etkinlik kapsamında karton ambalajlardan yapılmış 11 karton gemi yarıştı. Deniz, pek çok markanın karton kutularından yapılmış gemiler(!) ile doldu, rengarenk ve neşe dolu görüntülere sahne oldu...

Bu cümbüşün arasında biraz da rakamlara değinmek gerekirse, 2010 yılında dünyada 30 milyar kullanılmış Tetra Pak içecek kartonunun geri dönüşümü gerçekleştirilirken, Türkiye’de de Tetra Pak ambalaj malzemelerinin 51 tonunun 28 bin tonu geri toplandı. Tetra Pak Türkiye bu oranla dünya sıralamasında altıncı, Ortadoğu Bölgesi’nde ise birinci sırada yer aldı.

Kompozit ambalaj atıklarında ambalaj çöpü

Tetra Pak Büyük Ortadoğu Bölgesi Geri Dönüşüm Teknik Yöneticisi ve Tetra Pak Türkiye Çevre Müdürü Ferid Ekmekçioğlu’na göre ise 2011 hedefi ambalajların yüzde 60’ının geri dönüştürülmesi; yemek severler, bu blogu takip edenler, burada katkımız büyük olacak, ambalajlara çöp muamelesi yapmaya son!

Geri dönüşüm kitiyle ambalajlardan kağıt yapma

Bu sirkülasyonun, Dünya’daki sınırlı kaynakların devamlılığını sağlamak için herkesin çevre konusunda önemli roller üstlenmesi gerekli. Yoksa bir gün.... Düşünmesi bile içimi daraltıyor!

Ama içim nispeten rahat, çocuklara bu bilinç aşılanıyor. ‘’Atıklar Sanat Eserine Dönüşebilir mi?’’ sorusuyla o minik ama hayal gücü geniş, taze zihinlerin çevre ve geri dönüşüm konusunda kurdukları hayalleri yaklaşık 40 tasarımda gördüm. Rengarenk ağaçlar, elbiseler, müzik aletleri... Geri dönüşüm hem zevkli, hem de renkli hallerde içlerine işlemiş belli ki... Üstelik ilköğretim okullarında yapılan “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” adlı çevre eğitimiyle de artan sayıda öğrenciye ulaşmaya devam ediyorlar.

Ben sizi yine ikna edemediysem detaylı bilgi için Çevko’nun Yerel Yönetimler, Kadıköy Belediyesi Atık Yönetimi veya Tetra Pak sayfasını inceleyebilirsiniz.

Portakal suyu kartonlarından çanta ve geri dönüşüm örnekleri

Unutmayalım, bu güzelim yemekleri yapmaya devam edebilmemiz, sağlıkla beslenebilmemiz için Doğa Ana’ya saygıda kusur etmememiz lazım. Zira O’nun bizimle paylaşacağı daha çok lûtfu var yeter ki biz onun imkanlarını kısıtlamayalım, bize mucizelerini sunmasına engel olacak davranışlarda bulunmayalım!

Doğa dostu günler dilerim!

19 Eylül 2011 Pazartesi

Haydi mutfağa, bir başka sebze sote yapmaya!

Yıllık izin, bayram tatili dedik; tatlı tatlı yedik... Hiç bir şey olmaz gibi geliyor insana kısacık bir molada, kendini açık havada bol gıdaya kaptırınca, ama hayat acımasız. Anlamadan dinlemeden az da olsa kilo alabiliyor insan bir anda; beyin jimnastiği para etmiyor, kendini spora adamak gerekiyor bu yoğun iş temposunda aynı zamanda...

Sportif faaliyetler fırsat buldukça oluyor, onlar bir yana, yemeğe hep dikkat etmek gerekiyor. Et ürünleri ile aram zaten yok, varsa yoksa sebze-meyve bana. Hal böyle olunca dolapta kalan iki parça sebze bile kıymete biniyor, bir anda bana göre öğün olup çıkıveriyor.

Baharatlı ıspanak kabak sote için malzemelerimiz;

  • 1 adet orta boy kabak
  • 5-6 yaprak ıspanak
  • 2 yemek kaşığı file badem
  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 yemek kaşığı süzme yoğurt
  • Nane,karabiber, toz kırmızı biber

Önce kabakları ince ince doğrayın ve teflon tavada ara ara ters yüz ederek 8-10 dakika süre ile pişirin.Kabaklar sotelenirken bir teflona file bademi ekleyin ve altuni bir renk alana dek 2-3 dakika süre ile ara ara karıştırarak kavurun.

Sıcakken bademleri havana alın ve arzu ettiğiniz tüm baharat çeşitlerini ekleyerek bademleri ezin. (Benim tercihim nane, toz kırmızı biber ve karabiberdi.) Böylece baharatın aroması bademlerin sıcağı ile iç içe geçiyor ve daha da lezzetli oluyor.

Kabaklar renk değiştirince çıtırlığını kaybetmemesi için sadece 2 dakikalığına ıspanakları da ekleyin ve soteleyin. 15 dakika içinde hazırız, doymak bazen bu kadar basit işte!

Sotelediğiniz sebzeleri servis tabağına alın, ortasına bir kaşık süzme yoğurt ekleyin ve sıcak badem ile havanda ezdiğiniz baharat ile süsleyin, tatlandırın.

Hem basit, hem de lezzetli, bence deneyin; seveceğinize eminim... Hatta servis tabağına ekleyeceğiniz bir parça ızgara tavuk göğsü ve kepek ekmeği ile tabağınızı çok şık ve tam bir öğüne çevirebilirsiniz. Ya da daha önceki tariflerde olduğu gibi makarna ile bile harmanlayabilir ve sebze soteli makarna yapabilirsiniz, tercih sizin...

Sofralarınız renk dolsun, afiyet olsun!

12 Eylül 2011 Pazartesi

Süt kattım, "cehennem topuzu"ndan çorba yaptım!

Geçtiğimiz haftalarda alabaş ile tanışmamı yazmıştım hatırlarsanız, hani demiştim kohlrabi de derlermiş, aslen turpgillerden ve Alman turbu olarak da anılırmış. Sonra peşi sıra yorumlar geldi meğer Kıbrıs’ta cehennem topuzu olarak anılırmış. Ne iddialı bir isim, ama ismin aksine sindirimi kolay, yediğinizi anlamıyorsunuz desem yeridir.

Elimde bir kaç tane daha vardı, ne yapsam diye düşünüp salata ile idare ederken bir yorum daha geldi. Meğer Avusturya’da çorbası yapılırmış, neden olmasın? Alabaşları doğradım, ne yakışır diye kokladım, kendimce bir yorum kattım, onlardan çorba yaptım.

Sütlü alabaş çorbası için malzemelerimiz;

  • 3 yemek kaşığı zeytin yağı
  • 2 adet orta boy alabaş
  • 1 küçük soğan
  • 3-4 adet taze soğan
  • ½ lt süt
  • 2,5 su bardağı tavuk suyu
  • 4 çorba kaşığı arpa şehriye
  • ½ limon
  • 1 tatlı kaşığı nane
  • Tuz-karabiber-kırmızı pul biber

Öncelikle alabaşları soyalım. Aynı elma gibi, sadece kabukları biraz daha kalın ama yapısı gereği sizi nasıl soyacağınız yönünde yönlendiriyor, merak etmeyin. Sonra dilerseniz kalın kalın dilimleyin, dilerseniz pişme sürecini hızlandırmak için rendeleyin, size ve vaktinizin bolluğuna kalmış.

Ardından hem taze soğanları hem de beyaz soğanı ince ince doğrayın ve zeytinyağı eklediğiniz tencerede hafif sararana kadar 5 dakika süre ile kavurun. Rendelediğiniz alabaşları da ekleyin ve biraz suyunu salıp, soğanlar ile harmanlanması için 3-5 dakika süre ile karıştırın.

Süt ve tavuk suyunu ekledikten sonra karabiber ve kırmızı biberi de ekleyin. Altı kısık ve kapağı hafif açık olarak pişirmeye başlayın, ne de olsa süt var içinde taşmasını istemeyiz.

20 dakika sonra çorba pişince, blender yardımıyla çorbayı inceltin, arpa şehriyeleri ekleyin ve kısık ateşte 10-15 dakika daha pişirin. Son olarak naneyi de ekleyip, demlenmesi için kapağını kapatın.

Servis anında tereyağında ısıttığınız kırmızı biber ile çeşnilendirebilir, dilerseniz çorbanıza bir kaç sap maydanoz da serpebilirsiniz. Şimdi sıra sizde önce pazara alabaş bulmaya, ardından mutfağa onlara kendi yorumuzu katmaya... Hayat tattıkça güzel!

Afiyet olsun!

Not: Çorba listem gittikçe uzuyor bu daha güzel...