Yazarken tekrar tekrar yaşadığım, tadı damağımda kalan,
paylaşmaktan keyif aldığım bir tatil; ya da tatil tarzı mı demeliyim, emin
değilim. Ağaçlar arasında, göl kenarlarında, baraj civarlarında, bazen uçurumun
kenarından geçtiğiniz güzelim yollar, gittikçe geliyor gerisi ve insan arınıyor
şehrin stressinden... Bu yollardan geçe geçe gezdik, sonraki duraklara geldik!
Kuşadası – Lavista Hotel – Dünya Mutfağı Çılgınlığı – Efes
Kuşadası aslında Efes’i ziyaret etme hevesimiz sebebiyle
zorunlu olarak konakladığımız bir mekan. Son dakikada booking.com’dan
bulduğumuz otel ise ilginç; LaVista yamaçta bir spa oteli, konaklayanların
tercihleri neticesinde 14 yaş altı çocuk yasak! O sebepledir ki her halde, misafirler
arasında biz ve bizim gibi bir çiftten başka Türk yoktu... Ama kahvaltı ve
manzarası harika, bu yüzden bir gece konaklayacaksanız tercih edebilirsiniz.
Kahvaltıda şanslıysanız benim gibi çingen pilavı (avukma) bile bulabilirsiniz, ne de olsa
orası Aydın!
Kuşadası’ndayken farkettim ki, bir zamanlar Cruise’ların
uğrak yeri olan Kuşadası, 2005 yılında yaşanan talihsiz olaylar neticesinde o
eski pırıltılı dönemlerini geride bırakmış ve kendi halinde sakin bir sahil
kasabası haline gelmiş, ya da ben mi keşfedemedim bilmiyorum. Ama
Çemberlitaş’tan hallice uzun uzadıya sokaklarında gezerken bunu farkettim.
Restoranlara gelince sizinle sadece bir fotoğraf paylaşacağım ve neden “dünya mutfağı
çılgınlığı” olarak adlandırdığımı anlayacaksınız!
Efes’e gelince, fazla söze gerek yok, mucizevi güzellikle,
bana “iyi ki geldik, gördük” dedirten bir tarihi yer...
Helenistik ve Roma
dönemlerinde görkemli yıllarını yaşadığını ve M.Ö. 1-2 yüzyıllarda nüfusunun
200 bine yaklaştığını düşünürsek aslında, insanların vaktiyle oyle yüksek,
mimari anlamda öyle şahane yapılar yapabilmiş olmalarına şaşırmamak gerek!
Ve yakıcı, o sıcakta bir buçuk litre su ve 30 faktör
koruyucu krem ile gezdiğim bu yerin eteğinde “Yandım Çavuş” diye bir mekan
olmasına da inanın şaşırmadım ve haliyle Efes’i gezdikten sonra “Yandım
Çavuş”ta mola verip öyle yola devam etmek, kaçınılmazdı!
Bizzat yaptıkları
ayranları, özel marinasyon sonrası pamuğa döndürdükleri dana eti ve piyaz...
Daha uzun oralarda kalsak, daha çok “yandım” derdim ben, emin olun!
Cunda – Kapya Otel – Giritli
Efes’ten çıkarken, Cunda Giritli Restaurant’ın tadı geçen sene damağımızda
kaldığından ve Kapya Otel’in misafirperverliğinden dolayı tekrar Cunda’da
konaklamaya karar verdik. Kapya’yı aradığımızda bize yer yok dese de,
booking.com’dan rezervasyon ile ayrılmış son odayı kaptık ve yolculuğumuzu
sonlandırmaya iki gün kala, geri dönüş yolunda soluğu Cunda’da aldık!
Cunda, tamamıyla bir sahil kasabası... Şayet oraya
gideceksiniz bir tshirt bir şort, terlik kafi dahasını almayın yanınıza, boşuna
taşımış olursunuz. Rahat, huzurlu, yemek yenilesi, deniz seyredilesi...
Cundalılar işte bu ortamdan belki de çok keyifli, gürültülü, neşeli! "Bu ne?" dediğimde ikram edip, tanımama fırsat verecek, vakit ayırıp sohbet edecek kadar içtenler. Hakikaten sizce bu ne?
Taze nohutmuş efendim kendisi, yemek yediğim restaurantlara da sordum, tazesinden mezeleri, yemekleri yokmuş maalesef; kurutup, kavurup bildiğimiz-alışageldiğimiz gibi yerlermiş... Halbuki denemek gerek, yeşil yeşil; değil mi ama?
Giritli restaurant'a gelince, geçen yıllara rağmen tadından ödün
vermemiş, mekanı salaş halinden öteye gitmemiş (iyi ki, güzelliği orada) kendi halinde ama yaptığı
lezzetlerin bilincinde bir restaurant. Geçen sene kayınpederimin tavsiyesi ile
farkettiğimiz bu restorandan yediğinize içtiğinize göre, balık dahil adam başı
aşağı yukarı 50-100 TL arası bir hesapla ayrılabilirsiniz.
Farkettiyseniz bu tatil tatlı fotoğrafı pek yok, plazadan çıkıp doğaya salınmış halimle, görmemiş gibi kendimi ekmeğe, tatlıya adamadan bir tatil geçirdim diyebilirim. Üstelik
geçen sene 1.400 km’nin sonunda tartı +3 göstermişken, bu sene 2.000 km’ye
rağmen sadece +1.3 kilo ile geri geldim! Ben bu işi galiba öğrendim. Tatil
yatma, yayma yeri değildir, gezilir, görülür, keşfedilir, öğrenilir! Evet neden
“aktif dinlenme” denildiğini galiba anladım.
Ayvalık'a gelmişken zeytinyağ, zeytin almadan da dönmeyin... Pek çok yerel ve yavaş yavaş Türkiye'ye açılmaya çalışan marka var. Çekinmeyin girin dükkanlara; deneyin, tadın, damak tadınıza uygun markaya, lezzete ulaşın...
Ve geri dönüş... Ama önce Bursa’da bir mola!
Boşuna bu yazının etiketi “lezzet dolu serüvenler” değil,
var bir bildiğimiz değil mi? Dönüş yolunda da yoldan çıktık, Bursa’ya saptık,
tadı damağımızda kalan, adı dilimizden düşmeyen İskender’e yine uğradık! Siz de
yapın, ekstra 1 saat yaratın ve yolunuz Bursa’dan geçiyorsa Botanik Park’taki İskender’e siz de uğrayın. Evet, bunu yapın, pişmanlık duymayın, beni sevgiyle
anın!
Yıllar boyunca biriktirmişim izin günlerini, benim tatil bu kadar sanmayın yani, iki hafta sonra yine bir kaç günlüğüne Bodrum’da
ailemin yanındayım; hadi bakalım benim bilmediğim yerel lezzetler, gezilesi-görülesi yerler varsa Bodrum’da paylaşın, peşinde koşturayım.
Afiyette, keyifli, huzurlu günler dilerim.
6 yorum:
taze nohut yenmez mi ya? bilmediğinize şaşırdım doğrusu!
Meral hanım! Harika bilen birini buldum, haydi bir tarif paylaşın da merakımı giderin lütfen? Nasıl pişer tazesi zeytinyağlı mı? Ben çok bakliyat ile büyümedim, daha çok yeşillik ile balık ile yetiştim, bakliyatları aramam bile bazen ama bu nohutu merak ettim...
Gazetede çıktı diye bilinmeyeni bile kalabalık olabilir ama ayşarman'ın şu yazısını yine de size tavsiye ediyorum. Bodrum öncesi bir okuyuverin.İyi tatiller
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=21068970&yazarid=12
Wicked_Stardust çok teşekkürler,unutmuştum bu yazıyı iyi oldu!
çocukluğumuzun yeşil nohutu işte :)
çok özür dilerim bir tarifim yok :( yeşil nohut dalıyla nohutuyla suyla güzelce yıkanır, nohutları koparıp çekirdek yer gibi kabuğundan ayrılarak afiyetle yenir. tadını çok severim ben. heleki küçük ve en taze ve en yeşilleri harika olur. sevgiler :)
Yorum Gönder