31 Temmuz 2012 Salı

Lezzet Dolu Serüvenler 2012 - Fotoroman tadında vol.2


Yazarken tekrar tekrar yaşadığım, tadı damağımda kalan, paylaşmaktan keyif aldığım bir tatil; ya da tatil tarzı mı demeliyim, emin değilim. Ağaçlar arasında, göl kenarlarında, baraj civarlarında, bazen uçurumun kenarından geçtiğiniz güzelim yollar, gittikçe geliyor gerisi ve insan arınıyor şehrin stressinden... Bu yollardan geçe geçe gezdik, sonraki duraklara geldik!



Kuşadası – Lavista Hotel – Dünya Mutfağı Çılgınlığı – Efes

Kuşadası aslında Efes’i ziyaret etme hevesimiz sebebiyle zorunlu olarak konakladığımız bir mekan. Son dakikada booking.com’dan bulduğumuz otel ise ilginç; LaVista yamaçta bir spa oteli, konaklayanların tercihleri neticesinde 14 yaş altı çocuk yasak! O sebepledir ki her halde, misafirler arasında biz ve bizim gibi bir çiftten başka Türk yoktu... Ama kahvaltı ve manzarası harika, bu yüzden bir gece konaklayacaksanız tercih edebilirsiniz. Kahvaltıda şanslıysanız benim gibi çingen pilavı (avukma) bile bulabilirsiniz, ne de olsa orası Aydın!


Kuşadası’ndayken farkettim ki, bir zamanlar Cruise’ların uğrak yeri olan Kuşadası, 2005 yılında yaşanan talihsiz olaylar neticesinde o eski pırıltılı dönemlerini geride bırakmış ve kendi halinde sakin bir sahil kasabası haline gelmiş, ya da ben mi keşfedemedim bilmiyorum. Ama Çemberlitaş’tan hallice uzun uzadıya sokaklarında gezerken bunu farkettim. Restoranlara gelince sizinle sadece  bir fotoğraf paylaşacağım ve neden “dünya mutfağı çılgınlığı” olarak adlandırdığımı anlayacaksınız!


Efes’e gelince, fazla söze gerek yok, mucizevi güzellikle, bana “iyi ki geldik, gördük” dedirten bir tarihi yer... 


Helenistik ve Roma dönemlerinde görkemli yıllarını yaşadığını ve M.Ö. 1-2 yüzyıllarda nüfusunun 200 bine yaklaştığını düşünürsek aslında, insanların vaktiyle oyle yüksek, mimari anlamda öyle şahane yapılar yapabilmiş olmalarına şaşırmamak gerek!


Ve yakıcı, o sıcakta bir buçuk litre su ve 30 faktör koruyucu krem ile gezdiğim bu yerin eteğinde “Yandım Çavuş” diye bir mekan olmasına da inanın şaşırmadım ve haliyle Efes’i gezdikten sonra “Yandım Çavuş”ta mola verip öyle yola devam etmek, kaçınılmazdı! 


Bizzat yaptıkları ayranları, özel marinasyon sonrası pamuğa döndürdükleri dana eti ve piyaz... Daha uzun oralarda kalsak, daha çok “yandım” derdim ben, emin olun!


Cunda – Kapya Otel – Giritli

Efes’ten çıkarken, Cunda Giritli Restaurant’ın tadı geçen sene damağımızda kaldığından ve Kapya Otel’in misafirperverliğinden dolayı tekrar Cunda’da konaklamaya karar verdik. Kapya’yı aradığımızda bize yer yok dese de, booking.com’dan rezervasyon ile ayrılmış son odayı kaptık ve yolculuğumuzu sonlandırmaya iki gün kala, geri dönüş yolunda soluğu Cunda’da aldık!



Cunda, tamamıyla bir sahil kasabası... Şayet oraya gideceksiniz bir tshirt bir şort, terlik kafi dahasını almayın yanınıza, boşuna taşımış olursunuz. Rahat, huzurlu, yemek yenilesi, deniz seyredilesi... 


Cundalılar işte bu ortamdan belki de çok keyifli, gürültülü, neşeli! "Bu ne?" dediğimde ikram edip, tanımama fırsat verecek, vakit ayırıp sohbet edecek kadar içtenler. Hakikaten sizce bu ne?


Taze nohutmuş efendim kendisi, yemek yediğim restaurantlara da sordum, tazesinden mezeleri, yemekleri yokmuş maalesef; kurutup, kavurup bildiğimiz-alışageldiğimiz gibi yerlermiş... Halbuki denemek gerek, yeşil yeşil; değil mi ama?


Giritli restaurant'a gelince, geçen yıllara rağmen tadından ödün vermemiş, mekanı salaş halinden öteye gitmemiş (iyi ki, güzelliği orada) kendi halinde ama yaptığı lezzetlerin bilincinde bir restaurant. Geçen sene kayınpederimin tavsiyesi ile farkettiğimiz bu restorandan yediğinize içtiğinize göre, balık dahil adam başı aşağı yukarı 50-100 TL arası bir hesapla ayrılabilirsiniz.


Farkettiyseniz bu tatil tatlı fotoğrafı pek yok, plazadan çıkıp doğaya salınmış halimle, görmemiş gibi kendimi ekmeğe, tatlıya adamadan bir tatil geçirdim diyebilirim. Üstelik geçen sene 1.400 km’nin sonunda tartı +3 göstermişken, bu sene 2.000 km’ye rağmen sadece +1.3 kilo ile geri geldim! Ben bu işi galiba öğrendim. Tatil yatma, yayma yeri değildir, gezilir, görülür, keşfedilir, öğrenilir! Evet neden “aktif dinlenme” denildiğini galiba anladım.

Ayvalık'a gelmişken zeytinyağ, zeytin almadan da dönmeyin... Pek çok yerel ve yavaş yavaş Türkiye'ye açılmaya çalışan marka var. Çekinmeyin girin dükkanlara; deneyin, tadın, damak tadınıza uygun markaya, lezzete ulaşın...


Ve geri dönüş... Ama önce Bursa’da bir mola!

Boşuna bu yazının etiketi “lezzet dolu serüvenler” değil, var bir bildiğimiz değil mi? Dönüş yolunda da yoldan çıktık, Bursa’ya saptık, tadı damağımızda kalan, adı dilimizden düşmeyen İskender’e yine uğradık! Siz de yapın, ekstra 1 saat yaratın ve yolunuz Bursa’dan geçiyorsa Botanik Park’taki İskender’e siz de uğrayın. Evet, bunu yapın, pişmanlık duymayın, beni sevgiyle anın!


Yıllar boyunca biriktirmişim izin günlerini, benim tatil bu kadar sanmayın yani, iki hafta sonra yine  bir kaç günlüğüne Bodrum’da ailemin yanındayım; hadi bakalım benim bilmediğim yerel lezzetler, gezilesi-görülesi yerler varsa Bodrum’da paylaşın, peşinde koşturayım.

Afiyette, keyifli, huzurlu günler dilerim.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Lezzet Dolu Serüvenler 2012 - Fotoroman tadında vol.1


Sizin “tatil”den kastettiğiniz nedir? Yatak+kahvaltı, herşey dahil, kamp, mavi yolculuk, havuz, deniz... vb. Hangisi? Takip edenler biliyor, geçen sene de paylaştığım gibi ben nerede uyandığımı unutuncaya kadar gezmeyi seviyorum. Bazen 9-10 gün içinde o kadar çok gece farklı yerde kalmış olabiliyoruz ki, hangi ilde, hangi otelde olduğumu unutuyorum. İşte o gün, o an onca kilometreye, dağa-tepeye rağmen dinlenmiş olduğumu farkediyorum çünkü sorgusuz-sualsiz, dünyevi dertler zihnimi ele geçirmeden gezmiş ve kafamdakileri boşaltmış oluyorum. Bu arada bu sene öğrendim buna günümüzde “aktif dinlenme” diyorlarmış, her şey dahil bir tatil köyünde tüm gün yatarak dinlenmeyi nasıl adlandırdıklarını inanın çok merak ediyorum.



Geçen sene 1.400 km, bu sene 2,000 kusür... Artık her seyahatimizde gerek “blog”dan gerekse “facebook”tan bildirdiğim gibi “lezzet dolu serüvenler” peşinde koşmaya ve yazmaya devam ediyorum. İlk durağımız Bodrum ve her nedense son 4 senedir aile kucağı, baba ocağı olan Bodrum’dan onca güzel sofraya rağmen tek bir fotoğraf yok! Telafi etmek için tekrar gitmek durumundayım artık, ne yapalım?


3 günlük Bodrum molamız, aile ile hasret gidermek, arkadaşlar ile eğlenmek, “beach”lerdeki eğlence hallerine afallamak arasında bir yerlerde tükenip, su gibi geçti... 


Ama siz siz olun, Bodrum'a geldiğinizde; tarihi Yunuslar Karadeniz Pastanesi'ne uğramadan, Bitez ve La Sosta Marina dondurmacılarında dondurma yemeden eve dönmeyin!


Sonrası meçhul tatilimize Bodrum’daki son gecemizde sabaha karşı karar verdik ve Fethiye’ye doğru yola çıktık desem, ne kadar plansız ama bir o kadar da planlıymış gibi bir tatil yaptığımıza inanır mısınız?

Fethiye – Yacht Classic Otel, Ölüdeniz, Kayaköy ve Hilmi Restaurant

Fethiye’ye çocukken gidip, gitmediğimi adam akıllı hiç hatırlamadığım için bu sene ziyaret etmek istedim. Herkes gibi değil benim yaklaşımlarım, mesela Ölüdeniz; merak ediyordum denizin iki tarafı da aynı tuzlulukta mı, kaldırma kuvveti, ısısı, berraklığı aynı mı? Dalga geçmiyorum, garip bir insanım ben; nitekim sıcak, bulanık ama mucizevi bir güzellikte, hafızaya kazınası öğeler var o dağın ardında (Babadağ'dan atlamama izin çıkmamış olsa da). Ama bundan sonra ben ne zaman Weather Girls'den “it’s raining men” dinlesem, orada Ölüdeniz gelecek gözlerimin önüne, bilmem anlatabildim mi?


Otel ve restaurant’a gelince, tatilimizi sürekli “tripadvisor” ve “booking.com” ile yönettiğimiz için iyi ki denk geldi de yer bulduk diyebilirim ve kesinlikle tavsiye ederim. Oda fiyatları için booking.com’daki sayfasını inceleyebilirsiniz. Ama konforlu odaları, zengin kahvaltısı, ağırlıklı orta yaş üzeri yabancılar yatları ile gelerek konakladıkları için sakin, sessiz, dinlenilesi bir yer olduğunu söyleyebilirim. Kitabınızı alın ve arkanıza yaslanın, günün tadını çıkarın, özeti budur.


Ve Hilmi! Çıtayı yükseltti, damağımızda kalan lezzetler arasında her bir parça mezesi, salatası ve balığıyla derin bir yer edindi... 


Balık pazarı” olarak adlandırılan bir avlunun orta yerinde; nezih, temiz, kibar personelleri olan, restaurant sahiplerinin bizzat masalar ile ilgilendiği, pırıl pırıl bir mekan! 


Güzel olan ise balığınızı avlunun orta yerindeki balıkçılardan bizzat alıp, Hilmi’ye teslim etmeniz ve nasıl yemek istediğinizi belirtebilmeniz. (İzmirliler bilir, Güzelbahçe’de böyledir ve favorim Ümit’tir!) 


Yediğinize içtiğinize göre, balık dahil adam başı aşağı yukarı 70-120 TL arası bir hesapla ayrılabileceğiniz bu mekanı da “”trip advisor”dan bulduk, buyrun diğer yorumları da okuyun...


Kayaköy ve Fethiye Arkeoloji Müzesinde ise her tatil olduğu gibi tarihi eser görme merakımızı giderdikten sonra facebook’tan aldığım tavsiyeler üzerine soluğu sac böreği yapan mekanda aldık! 


Seneye güzergahı sizlerle önceden paylaşacağım ve tavsiyeleri daha gitmeden madde madde sıralayacağım, zira yerel mekanlar keşfetmek, yeni tatlar ile tanışmak harika bir deneyim oluyor! 


Bahsetmeden geçemeyeceğim, Fethiye Arkeoloji Müzesi’ndeki tüm heykelleri son dönemde artan depremler sebebiyle korumaya almışlar, fotoğraflarımda hoş gözükmese de, öngörü sahibi olmaları sebebiyle kendilerini tebrik etmek gerek.


Ne yalan söyleyeyim Fethiye kaldı aklımda, seneye belki oradan başlarız yola sonra ver elini Antalya...

Sıcaklar, İstanbul trafiği, bisiklet hevesi, iş-güç derken bir hayli uzak kaldım yine blogumdan, dönmek gayretindeyim, daha sık yazmak için fırsat yaratma çabasındayım! Mesela bu yazıyı bu sabah, Kozyatağı – Dikilitaş arasında trafikte geçirdiğim bir saatte yazdım. Anlatabildim, değil mi ne kadar da gayretliyim!

Takibe devam, “lezzet dolu serüvenler” devam edecek, en kısa sürede Kuşadası, Cunda ve Bursa’dan oluşan 2. bölüm ile karşınızda olacağım...

Her gün tadı damağınızda kalan, keyifli günler dilerim.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

İstanbul'da bisikletli olmak!


Bu seneki eğlencemiz bisiklete binmek, akşam okuldan gelen çocuklar misali işten gelir gelmez üstümüzü değişip atıyoruz karı-koca kendimizi sokaklara. Ben spor salonu sevmem, açık hava iyi gelir bana. Yürümeyi, koşmayı çok severim hatta bilirsiniz geçen seneye kadar bu alanda çok faaldim, ama işten gelip de tek başına yürümek artık hem saat hem de güç olarak zorluyor. Bisiklet hani biraz eğlenceli ya, insanın ruh ve beden hali bu yükü tolare edebiliyor, zaten kendini sokağa atınca da gerisi bir şekilde geliyor.



Anadolu Yakası’ndayız –şimdilik-, Fenerbahçe-Bostancı-Maltepe güzergahında veya Moda-Fenerbahçe-Caddebostan arasında, hafta 4 gün günde 20 km pedal çeviriyoruz, bu işareti gördüğünüz her yerde dolanıyoruz.


1 ayı aşkın süredir yollardayız, artık gözlemlerimi paylaşma zamanı... Ne yalan söyleyeyim bisiklet ile olunca insan yollarda daha çok açılıyor algısı, eskiden arabalı veya yaya iken fark etmediklerini fark ediyor!


Mesela bkz.“Bu ne perhiz ne lahana turşusu” temalı sokak tabelası görselimiz. Biz hala muhasır medeniyetler seviyesinde neden tutulmadığımızdan dem vura duralım, cevap işte bu detaylarda gizli. İki tekerlek taşıttan sayılmıyor belli ki adam olanların(!) nazarında... (Halbuki onların park yeri derdi var benim yok, onlara her ışıkta sinir harbi var bana yok! Hayat bana güzel, farkında değiller...)


Ya da bkz. “Bisiklet ile bu kadar zorlanıyorsak engelli ne yapsın bu memlekette?” başlıklı fotoğrafımız. Zira arkadaşın derdi piknik yapmak, yolcudur abbas bağlasan durmaz, koymuş kafaya acilen yanacak o mangal, adamın umurunda değil; bisiklet , puset, tekerlekli sandalye ya da bir başkası!


İşte sahil böyle; mangallar, magandalar... Arada güzel bir şeyler var tabi yok değil! İşten gelmişsiniz içiniz açılıyor, iki parça denize bakıyor nefes alıyorsunuz, sürekli oturduğunuz için hareket ettikçe kilonuzda kıpırdamalar oluyor, arkadaşlar sizden görüp şevkleniyor 2 kişi iken 3-4 oluyorsunuz. Spor aşkı çoğalarak artıyor, ama dikkat şart! Sürücüler bizi görmüyor; bisikletin önünde ve arkasında sürekli olarak yanıp sönen far şart, açık renk kıyafet aynı şekilde ve hatta yoldan gidecekseniz bir de kask! Aklınız varsa kulaklıkla müzik dinlemezsiniz, ben bir hayli şaşırıyorum araba yolunda giderken dinleyenlere, nedense?


Diyeceğim şu ki havalar hazır kuru, ulaşım cihazınızı değiştirin siz de, en basitinden bisikletin güzel yanı, park yeri derdi yok! Mesela park etmenin en çok sorun olduğu Moda, al bisikleti koy kenara, onca yol yapmışsın e bir de bunun dönüşü var, Ali Usta tam karşında, affetme götür bir lokmada...


Şakası, keyifli anıları bir yana; size ayrılan bisiklet yolunda yürüyen, zil çalsanız bile kıpırdamayan insanlara tahammül edebilecekseniz, abuk subuk şuuruzca yalnız yaşarmışçasına park eden insanlar yüzünden bisiklet bazen elinizde bazen omuzunuzda gitmeye dayanabilecekseniz, bisiklete ayrılan yolda sizinle yarış yapan (nasıl giriyorsa bu kafaya) damacanalı sucu motorlara aldırış etmeyebilecekseniz, mangallardan sıçrayan korlardan hızla kaçabileceksiniz eğer buyrun sizleri de sahile alalım. “Yok ben daha sakin bir yer tercih ederim, yokuşa katlanırım” derseniz Moda sahillerinde görüşürüz o zaman...

(Bu arada itiraf ediyorum, bazı mangallardan gelen köfte kokuları aklımı başımdan almıyor değil! Yakında "sahilin en iyi köfte yapan ailesi" ödülü/yarışması duyarsanız bilin ki işin ucu bana çıkar!)


Şimdi bana müsade, yıllık izin sebebiyle geçiçi olarak kapalıyız. Geçen sene Marmara Bölgesi bitti, bu sene sıra Ege’de. Kalbim orada kalacak, anıları gelince blogda; o yüzden bekleyin beni harika fotoğraflar, yemekler, tarifler ile geri geleceğim... Ara bilgilendirmeler, benden haberler  için Sütüme Sarelleme Karışma Facebook sayfasını takip edebilirsiniz.

Keyifli günler dilerim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...