25 Kasım 2012 Pazar

Hayat öğrendikçe güzel!


Bu aralar çok açım, ruhum tatmin olmuyor. Daha yeni tatilden geldim, onlarca müze sergi gezdim; yok nafile hala gezip göresim çok. Yepyeni tarifler öğrendiğim yeni dergilerim, kitaplarım var; yetmiyor ruhum daha fazla okumak, daha fazla araştırmak istiyor. Yediğim önümde yemediğim arkamda olmuyor, bu damak yepyeni şok edici tatlar ile karşılaşmadıkça tatmin olmuyor; baharatçıya gidiyorum yeni tatlar buluyorum, bir sonraki yine yavan geliyor. Eğitimler oluyor, dikkat kesilip dinliyorum, sokağa çıkınca “bu da bitti sıradaki” diyorum. Dedim ya ruhum aç, ne yapsam olmuyor, 24 saat yetmiyor. Uyumamanın bir formülü olsa ya uyumam okurum, yazarım, araştırırım. Öyle bir açlık baş gösterdi bu aralar, doymak çok zor.


Bu yüzden kırk parçayım, çantamdaki anahtarı bulana kadar bulmaca kitabından, not defterine, iş-güç evrakından, yemek tarifine her şey dökülüveriyor tezgah üzerine! Halbuki bir yoluna sokabilsem işleri, bir sıra oluşabilse keşke ruhum da dinginleşecek, zihnim de; haliyle ben de...


Her an herşey aklımda, işte bu gibi günlerde gelen etkinlik haberleri oluyor maille. Baştan diyorum ki “o gün çalışıyorum” (bu arada bahse konu gün Cumartesi) sonra inatlaşıyorum kendimle, “gitmeliyim, kendime gelmeliyim, hep iş olmaz arada kendime vakit ayırmalıyım”. Böyle bir mücadele sonunda geçen hafta kendimi EKS Mutfak Okulu’nda buldum işte, “Emsan ile YemekGünleri”nde... Ne de güzel oldu. Onca yetişemem düşüncesine, vaktinde aldım soluğu istasyon başında önlüğümle...


Sadece markaları tanımak adına değil, hem günümüz hem de geleceğim şeflerinden bir şeyler öğrenmek adına bu etkinlikler biz yemek severlere o kadar güzel oluyor ki; hem kulağımıza bir kaç yeni bilgi küpe oluyor, hem de öğrenirken pişirdiklerimiz de cabası...


Bu keyifli günde neler pişirdik neler? Zeytinyağını tuz, karabiber ve safranla iyice karıştırıp ince dilimlediğimiz balık filetoları marine ettik ardından kereviz, portakal kabuğu ve pek çok sebze ile soteledik ve sebzeli balık çorbası da diyebileceğimiz bouille a baisse hazırladık.


Yanına evde de yapmayı çok sevdiğim, pratik olduğu kadar besleyici ve doyurucu tavuklu ve sebzeli noodle hazırladık.


Kesmedi, düdüklü de buğdaylarımızı haşladık, közlenmiş kırmızı biber, maydanoz, nane ve yeşil soğanı ince bir şekilde doğradık ve ceviz de katıp, mis gibi bir cevizli buğday salata yaptık. (Bu satırları yazarken de buğday mutfakta pişiyor, yarın kendisi öğle yemeği olarak salata olup, işe gidiyor.)


Ardından enfes bir final için sufle hazırladık. En kısa sürede tarifi ayrıca paylaşacağım, hem pratik hem de leziz; misafir gelmesine 5 kala elinizin altında durmalı cinsinden...


Hepi topu 3 saat size bahsettiğim bu zaman dilimi ama işte beni kendime getirdi. Aç ruhum üç saatliğine zırıldamayı kesti, kesti kesmesine ama kapıdan çıktı gene başladı. Ne olacak benim bu halim? Nedir sizce tedavim? Haydi ama “şımarıklık” demeyin! Daha çok görmeli, bilmeli, öğrenmeli halimi susturacak çözüm nedir? Ya da susturmamalı, akışına bırakmalı ve yetişebildiğim yerinden yakalamalıyım kendimi? Çözemedim gitti!


İşin özü kendime sadece kendime ve hobime vakit ayırdım diye o bir kaç saat çok keyifli geçti. Bir yandan yemek pişirdik, bir yandan yepyeni ürünler ile karşımıza çıkan Emsan’ı deneyimledik. Emsan Genel Müdürü Uğur Kaymak’ın bizzat kolları sıvayıp bizlerle mutfakta çalışması, ürünleri deneyip anlatması, görüşlerimizi alması ise hakikaten bir harikaydı. EKS ev sahipliğinde geçen bugün için başta Emsan ve ajansları Aristo ve bize her gittiğimiz yepyeni şeyler aktaran Şef Eyüp Kemal Sevinç ile güleryüzlü ekibine çok teşekkürler...

Hayat öğrendikçe güzel.
Afiyetle günler dilerim.

11 Kasım 2012 Pazar

Pazar, Hecha, focaccia ve antrikot... Özeti budur!

Yoğun geçen bir hafta, keyifli bir Cumartesi ve bana ait kocaman bir Pazar! Yemek yapmak hatta aklında bir tarif ile uyanmak için ne kadar güzel bir gün değil mi? Kahvaltı, gazete keyfi, çamaşır-bulaşık halleri sona erince, sabah (üşengeçlik ile) fırından aldığım ekmek hamurunun kıvama gelmiş olmasını görmek, keyiflenmek... 


Sonra acele ile değil keyifle bir soğanı ince ince doğramak, ardından sarımsağı (elime kokusu sinmiş ne olacak bugün Pazar vurdumduymazlığı ile) doğramak ve kısık ateşte yaklaşık 15-20 dakika (boyunca zaman durmuşcasına) karamelize etmek... İşte ben keyif diye buna derim!


Focaccia ekmeği geldi sabah sabah aklıma, yapayım da yiyelim dedim. Kaç zamandır hiçbir fırında denk gelmedim, halbuki çok severim. Pizza niyetinedir hatta daha pratiğidir, bilhassa çorba yanında çok yenilesidir. Biberiye ve karabiber ile iri taneli tuz ekledim; soğan, sarımsak karamelize ettim, soğuyunca hamura kattım ve sakince yoğurdum, arada iki yemek kaşığı un ve zeytinyağ ekledim. Focaccia öyle kuru kuru olmaz, Akdenizlidir; zeytinyağ kokar, biberiye kokar; bazıları içine kurutulmuş domates bile katar!


Sonra fırını önceden ısınması için 190 dereceye getirdim. Bu sırada son zamanlardaki favorim döküm tavayı yine az zeytinyağ ile yağladım. Ekmeğin ardından et pişireceğim, neden ekmeğe de destek vermesin ki tavam dedim. Tamam günlerden Pazar, vakit bol ama o kadar da bulaşık çıkarmaya, günü makine doldur-boşalt ile geçirmeye ne gerek var.

Gelişigüzel bir şekilde hamuru tavaya yaydım, üzerine yine biberiye ve iri tuz serptim. 


Ardından saatimi 15 dakikaya kurdum ve kış çayım ile dergim elimde fırının karşısında beklemeye koyuldum.

15 dakikanın sonunda mis gibi baharat kokulu focaccia işte karşımda... Yabancıların bir lafı var bu tip tarifler için “comfort food” diyorlar. İşte focaccia da öyle bir lezzet, sarıp sarmalıyor insanı mutlu ediyor, huzur veriyor. Ne de olsa karbonhidrat ve baharat!


Ardından hazır döküm tava sıcak ocağın üzerine aldım, içini şöyle bir sildim ve zeytinyağ, tuz-karabiber ve sarımsak ile marine ettiğim etleri pişirdim. 


Dedim ya kendisi bu aralar en sevdiğim, sebzeden ete, mantardan ekmeğe; her öğünde benimle...

Bence pratik olmak gerek şu hayatta ama pratik olacağım diye de lezzetten mahrum kalmamak gerek. Mutfakta zaman geçirmek, durup dinlenmek, keyifle yemek, kendine gelmek... İşte Pazar diye ben bu derim! Size de aynı keyfi dilerim...

Afiyette günler, iyi haftalar herkese...

24 Ekim 2012 Çarşamba

Geçmiş olsun, iyi bayramlar ve pırasa çorbası... Hepsi bir arada!

Benim gibi an ve an fotoğraf çekip, bir de altına iki çift laf edesi geliyorsa öyle her istediğinde yazamıyor insan bloguna, hep araya bir şeyler giriveriyor. Bazen düşünmüyor değilim, ben de bir-iki nihai fotoğraf ve tarife mi geçeyim diye ama içim el vermiyor; böyle geldi böyle gidiyor, böyle içime siniyor. Yokluk sebebime gelince iş – güç değil bu sefer (ona alıştık her zamanki gibi yoğun) bu seferki mazeretim yılın ilk (ve son olmasını dilediğim) gribal enfeksiyonu... Halen tam olarak geçmedi ancak iki gündür daha belirgin şekilde tat alabildiğimi söyleyebilirim. 


İlaç almaktan nefret ederim, zaten bilen varsa itiraz etsin ama bu duyuları da bu kadar bloke eden bence ilaçlar. Burun spreylerinden burnum metalik his veriyor, boğaz spreylerinden tadım tuzum yok, hissiyatım kalmadı; şerbetlisi de baharatlısı da aynı, sanki su ve undan sade bir hamur...


Ama yemeyi kesmemek lazım hasta olunca ben bunu bilir bunu söylerim, daha doğrusu ailemden öğrendim. Yemek lazım en vitaminlisini, en besleyicisini; zira yedikçe güçlenir insan ve dinlendikçe iyileşir. Bu yüzden elim kolum tutmasa da hasta hasta geçen hafta kalkıp girdim mutfağa, bari kendime bir salata bir çorba yapayım dedim. Evde ne sebze varsa ekledim biraz biraz, baktım tadı hoş bari fotoğraflayayım dursun dedim. Mesleki deformasyona yeni bir yaklaşım da hobilerden gelsin bakalım!


Malzemelerden farketmişsinizdir, iyileşme odaklı bu çorba...

Patates ve havucu zar büyüklüğünde doğruyoruz, sarımsakları ince ince kıyıyoruz, pırasaları ise dişe gelecek şekilde ama incecik kesiyoruz. Dedim ya iş her şey rastgele...


Sonra sebzeleri sıra ile sebzeleri kavuruyor ardından da 2 su bardağı su ile sulandırdığımız domates suyunu da malzemelere ekliyor ve bir taşım kaynatıyoruz. Sonra da ocağın altını kısıp havuçlar-patatesler yumuşayıncaya kadar 15-20 dakika süre ile pişiriyoruz.


Tüm malzemeler yumuşayınca limonunu, baharatını ekleyip demlenmeye bırakabiliriz. Servis yaparken ise maydanoz ile süsleyebilir ve tadına tat katabilirsiniz.


Bana geçmiş olsun, hepimize sağlık olsun. Kış kapıda aman dikkat edin sizler de sağlığınıza... 
Keyifli, afiyette, içinize sine sine bir bayram geçirmeniz dileğiyle, sevdiklerinizle...

Not: "Lezzet dolu serüvenler" peşinde düştüm yine yollara! Sütüme Sarelleme Karışma facebook sayfasını takipte kalın, Moskova'dan elimden geldiğince paylaşımda bulunacağım! Önerileriniz, uyarılarınız varsa lütfen yorumlara yazın...

30 Eylül 2012 Pazar

Bizim evin halleri : Geleneksel Balık Gecesi

Belki yaş kemale erip bilinç arttığından, belki blog sebebiyle her geçen gün daha çok okuyup öğrenmekten, belki de artan iletişim kanalları sebebiyle usülsüz herşeyi duyabilmemizden; neden bilmiyorum ama bizim evde yeme alışkanlıkları her geçen gün daha değişiyor, farklılaşıyor. Eskiden yediğimiz, o zamanlar zararı olduğunu bilmediğimiz, şeyler hayatımızdan kesin bir kararla çıkıyor. Mesela, bir zamanlar yediğimiz tavuklar artık hayatımızda yok, (varsa vakit git organiğini elde yolunmuşunu bulmaya ayır) ya da mevsimsiz sebzeler, meyveler... Artık öyle heveslerimiz, “aman bir taneden bir şey olmaz” hallerimiz yok! Bizim canımız kıymetli buna karar verdik!


Bu vesile ile artık “dur beş dakika şu markete gideyim, haftalık alışveriş yapayım” modunda da değilim. Pazar çantamı alıyorum, Cumartesileri bir saat yaratıp kendime pazardan sebze meyve alıyorum, sizler de biliyorsunuz hakikaten farklı; en azında daha az ellenmiş, daha az yol yorgunu... Pazar günleri ise yeni sevdamız, alışkanlık olması yönünde uğraşımız: Haftalık geleneksel balık gecesi.

Haftada iki kez balık yemeye gayret etsek bile arada ister istemez, hayatın akışından arası açıldığından adını koyalım dedik. Artık Pazar geceleri bizim ailenin, hepi topu biz iki kişinin balık gecesi; buraya yazmış olalım, resmiyet kazansın, bakalım geçen zaman içinde istikrar sergileyebilecek miyiz?

Nereden balık bulduğumuza gelince; Kadıköy Çarşı bu anlamda çok zengin bir kaynak, bence mutlaka yolunuzu düşürün. Bir nev’i nostalji yaşayın; çarşıda biraz dolanın taptaze baharatı koklayın, balık kokuları içinize işlesin, peynir-zeytin şarküteri alışverişi yapın, fırından taze ekmeğinizi alın, Kuru Kahveci’den 100 gr. taze kahve çektirin, oturun Baylan’da dinlenin... Evet evet bunu siz de yapın!

Sonra eve gelin ve 30 dakika gibi kısa bir sürede, tadı damağınızda kalacak akşam yemeğinizi hazırlayın! İstedikten sonra evde balık pişirmek inanın zahmet değil, keyif...


Tanesi 5 ile 10 TL arasında değişen fiyatlardan alabileceğiniz, fileto olarak kestirebileceğiniz palamutu tuz ve taze çekilmiş karabiber ile marine edin. Az yağ eklediğiniz teflon tavada bırakın kısık ateşte pişsin...


Ardından kilosu 10 TL olan karidesten bütçenize, keyfinize göre ne kadar aldıysanız haşladıktan sonra ayıklayın ve tavada kırmızı biber ve tereyağ ile soteleyin.


Ve son olarak pembe domatesler, roka, taze soğan ve beyaz peynir ile ağzınıza layık bir salata hazırlayın!

İşte bu kadar, 30 dakika içinde herşey hazır! Sağlıklı beslenmek o kadar da zahmetli değil inanın, bunun için siz de çabalayın...

Keyifli, sağlık dolu günler dilerim.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Ben bir blog yazarıyım ve hobimle çok mutluyum...

Bana iyi davranın, ben bir blog yazarıyım” işte t-shirtümde yazan bu! Evet ben bir blog yazarıyım ve hobimle çok mutluyum... Çevremdeki pek çok kişi blogumun yemekle alakalı olmasından dolayı bir gün profesyonel hayatta da kendimi bu dünyaya adayacağımı sanıyor. Buradan açıklayayım, HAYIR! İş-aşk bir arada yürümez, yemek bir gün işim olursa aynı heyecanı duymayabilirim, elim titreyebilir, içimdeki heyecan hırsa dönebilir ve kendime yeni bir hobi edinmek zorunda kalabilirim. Haydi al baştan!


Çok değerli bir büyüğüm bir zamanlar “cahil cesareti” ile ilgili olarak bir hikaye anlatmıştı. Çok kıymetli elmasları asla işin piri olanlara vermezlermiş; çırağa verirlermiş ki düşünmesin, eli titremesin, aklına geldiği gibi ilk heyecanla elindekinin kıymetini tam olarak anlamadan kessin, şekil versin. İşte o cahillik ile ilerlemek belki de en güzeli, asla “OLDUM” dememek, hayatın her alanında...

Geçen hafta bu düşünceleri dile getirdim Meydan AVM’de biz yemek blog yazarlarının katılımıyla gerçekleştirilen panelde... Özetle;

Soldan sağa:
Tümay'ın Mutfağı , Dokuzuncu Bulut, Benhürüm, Damaktan DimağaSütüme Sarelleme Karışma, Mine Mutfakta 

İki seneyi aşkın süredir blog yazıyorum, 7 seneye geliyor kendi mutfağımın aşçısıyım... Hala ama hala annem gibi oturmuş, “onu en iyi Özge yapar” dedikleri bir yemeğim yok! Annemin zeytinyağlı dolması gibi dillere destan bir tarifim yok; belki de sürekli farklı şeyler demememden dolayı belki de henüz o mertebeye gelmediğimden; bilmiyorum.


Evet blog yazmaktan keyif alıyorum, kendime ait bir zaman yaratıyorum, bu kelimeleri burada sıralarken ondan başka bir şey düşünmüyorum. Gerek kendi mutftağımda gerekse de bu fotoğraflarda gördüğünüz gibi gözlerim ışıldıyor mevzu yemek olunca... Mesela dün akşam bir gün Anthony Bourdain ile yemek yiyebilmeyi diledim! Elleriyle yemeğe yumulması, programında kendisine eşlik edenler, arka sokaklarda tek masa sandalye yerler keşfedebilmesi hepsi hepsi harika! Bir gün neden olmasın?

İnsan isteyince olur değil mi? Günlük hayattan arınmak için başladığım, kime ulaşacağımı öngörmediğim bu yola çıkarken ben bile nereden bilebilirdim ki ödül alacağımı, pek çok harika insanla tanışacağımı, mutfağın -arasına her geçen gün yenilerini eklediğim sırf fotoğraf çekmek için kullandığım- kap-kacak ile dolup taşacağını, AVM’de elimde mikrofon gülücükler saçacağımı, bir kitabın parçası olacağımı...


Bana bir keyifli tecrübeyi yaşatan ARPR İletişim ve İpek Ertorun Başar’a bu vesile ile teşekkür etmek isterim. Bundan üç sene önce AVM’nin orta yerinde yemek tarifi vereceksin, kendinden bahsedeceksin hatta arada garip bir heyecan ile sesin titreyecek deseler, “Hadi canım ne alaka” derdim herhalde; ama bugün sırada ne var acaba diye merak ediyorum.

İnsan isteyince olur; düşleyin, isteyin, deneyin...

Keyifli, afiyette, dileklerinizin gerçek olduğu günler dilerim.

14 Eylül 2012 Cuma

Yaza veda, cacıklı bulgur pilavıyla...

Farkında mısınız yaz bitti, artık sonbahar? Evet evet, ılık geçen günlere aldanmayalım, yağmurlar -benden duymuş olmayın ama- kapıda! Ne yazık ki, bir güneş-deniz-tatil üçlemesinin daha sonuna geldik. Artık evin yolunu bulma zamanı; neden derseniz yaz olunca insanın evine tıkılası gelmiyor, tabi bahçeli ve geniş balkonlu bir evi yoksa... Bizimkisi standart bir apartman dairesi olduğundan yazımız sokaklarda, sahilde, bisiklet tepesinde, fırsat buldukça da denize girilesi yerlerde geçti!



Haydi bakalım artık eve, yavaştan yazlıkları ayıralım (en azından askılıları), sonra bir bakliyat stoklarını yoklayalım, bir nevi sayım, temizlik toparlak yapalım. Sonra da haydi artık bütün yazı karpuz, peynir, soslu patlıcan kızartma ile geçirdiğimizle kalıp daha besleyici, daha ev tipi bir nevi kışlık yemekler hazırlamaya...


Ama önce kapanışı, bana göre oldukça yazlık olduğunu düşündüğüm, cacıklı bulgur pilavı adını taktığım tarifle yapalım!
  • 1 su bardağı ince bulgur
  • 1 su bardağı yağsız yoğurt
  • 2 adet orta boy salatalık
  • ¼ çay bardağı zeytin yağı
  • ½ su bardağı nane
  • Tuz – Karabiber – Kırmızı Pul Biber


Salatalıkları soyup rendeliyoruz. Naneleri ince ince kıyıyoruz.


Ardından, alışageldiğimizin dışında bulguru ılık su ile değil, yoğurt ve rendelediğimiz salatalıklar ile ıslatıyoruz.


Zeytinyağ ve baharat da ekleyip iyice harmanlıyoruz ve streç film ile üzerini kaplıyoruz.


Artık bulgurlar yoğurt ve salatalıkların suyunu çekene kadar beklemeliyiz, yaklaşık iki saat dinlenmesi pilavımızın hazırlanması için yeterli.

Cacıklı bulgur pilavı, nasıl ama? Mis gibi yaz kokuyor, yanında karpuz ile harika gidiyor...



Yaza veda, son bahara merhaba...
Artık mutfağa daha sık girmek için gayret içindeyim, lütfen sesim çıkmaz ise destekleyin.

Keyifli, afiyette günler dilerim...

13 Eylül 2012 Perşembe

Haydi kadınlar Meydan'a! Var mısınız tanışmaya?

Kaç zamandır sesim soluğum çıkmıyor, yine işe güce hayatın akışına kapıldım bloguma iki satır yazmayı, bir tarif eklemeyi ihmal ettim. Ama bakmayın ne yemek için, ne de blogum için gösterdiğim çabaya ara verdim. İki çift laf edemedim ama biriktirdim, okudum, sindirdim. Diyelim ki, biraz yüzümü unutturdum ama işte döndüm buradayım. Hem de harika haberler ile...

15-16 Eylül tarihinde Meydan AVM Ümraniye’de düzenlenecek “Kadın Festivali”nden bahsedeceğim şimdi sizlere... Sağlık, güzellik, beslenme, mutfak kültürü, astroloji, bireysel gelişim sohbetleri ile tadım aktiviteleri ve ödüllü yarışmaların olacağı kadınlara özel iki dolu dolu gün...

 

ARPR İletişim Danışmanlığı tarafından düzenlenen “Kadın Festivali” kapsamında ünlü astrolog Nuray Sayarı astroloji ve yaşam enerjisi konusunda biz kadınlarla sohbet edecek ve yeni kitabı “Beyaz Mucizeler”i imzalayacak. Ne demişler Atalarımız fala inanma ama falsız kalma...
 
Veeee işte sürpriz... Yemek Bloggerları yani bizler ise yemek tutkularımızı paylaşacağız! Evet yanlış duymadınız! Var mısınız bizlerle tanışmaya; nereden neden yola çıktık, ,nasıl tarif buluyoruz, püf noktalarımız var mı, bir de bizim ağzımızdan duymaya, hatta ve hatta aklınıza gelen soruları sormaya...16 Eylül Pazar günü saat 14:00’te gerçekleştireceğimiz söyleşiye gelin ve bizi bir de okumak yerine bizzat dinleyin. Benden başka kimler mi var? Eee, orası  gelmek için bahaneniz olsun, sürprizimiz olsun!

 
Daha neler var neler!
 
Ladonna güzellik ve cilt bakımı ile ilgili önemli bilgiler aktaracak, Acıbadem doktorları kadın hastalıkları ve sağlıklı beslenme konusunda bilgi verecek. YKM yeni makyaj trendlerini gösterirken, Rexona, Dove, Signal ve Elidor standında kadınlar bu markaların ürünlerini deneyebilecekleri gibi Dove ve Elidor uzmanlarına saç analizi yaptıracak, Lezita ise lezzetli ürünlerini katılımcılara ikram edecek… Katılımcılar ayrıca Turkcell Akıllı Kadınlar Kulübü ve Media Markt’ın düzenleyeceği yarışmalarla ve sponsor marka çekilişleriyle birbirinden güzel hediyeler kazanabilecekler...
 
Keyifli, eğlenceli bir haftasonu geçirmek isteyen tüm kadınlar 15-16 Eylül, Cumartesi-Pazar günlerinde Meydan Avm Ümraniye'ye gelin bence ve haftanın stressini geride bırakın, kendinize vakit ayırın.
 
Haydi not alın bir yere, 16 Eylül Pazar günü saat 14:00’te Meydan AVM'de huzurlarınızda olacağım.

Keyifli heyecan dolu günlerime ortak olmanız dileğiyle...

10 Ağustos 2012 Cuma

Belki yemek de müzik gibi evrenseldir, ne dersiniz?


Bundan iki sene önce, hayatımda blogum yokken sadece kitap okumak ve spor yapmak arasında debelenen bir insandım. Kendime bir şeyler daha katmak düşüncesinde ve inancındaydım, çünkü elime ulaşan özgeçmişlerde farkettiğim üzere spor yapmak ve kitap okumak herkesin hobisiydi. “Herkes gibi olmama” derdi değil belki ama yeni bir şeyler daha katmak istedim kendime... 


  
Artık blogum var; okuyorum, yazıyorum, araştırıyorum, pişiriyorum, öğreniyorum, her sene kütüphaneme bir raf daha ekliyorum. Yemek ayrı bir dünya ve ben bu dünyada keyif içinde yüzüyorum. (ve bu kadar yemekle haşır neşir olduğum için haliyle mecburen spor ile de alakamı aynı yakınlıkta sürdürmek zorunda kalıyorum, malumunuz kilolar dert olmasın diye.) Bir diğer güzel yanı da blog yazmanın, hiç bilmediğiniz, bambaşka hayatlar sürdürdüğünüz; evli, çocuklu, mühendis, bekar, ev hanımı, bankacı, öğretmen, dükkan sahibi ... kişiler ile aynı noktada buluşabilmeniz, aynı konu üzerinde (çoğu zaman) hırslardan arınmış bir şekilde hemfikir olabilmeniz. Belki yemek de müzik gibi evrenseldir, ne dersiniz?


Çeşitli etkinlikler vasıtasıyla o kişiler ile bir araya gelip, yüzyüze tanışmak ise en keyiflisi; kimin kim olduğunu tahmin etme hali;  bloglardan, gelen yorumlardan, emek hırsızlığından, yarışmalardan vs. sanki yıllardır arkadaşmış gibi bahsedebilmek, en güzeli...


Ara ara bizlere bu imkanı sağlayanlardan birisi de bildiğiniz üzere Serkan Bozkurt ve okulu Chef’s Table. Metro Toptancı Market’in  davetiyle katıldığımız akşam yemeğinde hem yeni –(bildiğimiz ama bizzat görmediğimiz) blog yazarları olarak tanışma fırsatı bulduk, hem tanıdıklarımızla arayı kapattık, hem de yepyeni bilgiler öğrenip, salatamızı –tatlımızı pişirip yemeğimizi yedik keyif içinde...


Metro’ya gelince bir süper market olarak benim ilk göz ağrımdır, çünkü daha ben 8 yaşındayken açıldı ve oraya anne ile gidilmezdi, orası baba ile gezme yeriydi. Uzun uzun vakit geçirirdik ve annemle uğramadığımız bölümlere dolanırdık nalbur, ofis kırtasiyesi gibi... Babamla vakit geçirmek için ne kadar da ilginç bir seçim değil mi? Ama eğlencesi işte burada, her zaman görmediğin ürünler arasında ufkunu açmakta! (Elektrikli zımpara ya da fotokopi kağıdı ne kadar ufuk açar bilmiyorum ama keyifli günler var anılarımda.)


Adet ve kalite olarak artan, gelişen ürün gamı dışında Metro hala aynı hala Metro, gri yer döşemeleri, mont giydirecek kadar soğuk et-balık-süt reyonları, değişik sebze-meyveler ve Ege Otları ile tanışabileceğiniz reyonları ve ithal ürün stantları... Bir yandan gelişmeleri Metro Kurumsal İletişim Müdüresi Ayla Ceylan ve Bilge Ceylan’dan dinledik, bir yandan Serkan Bozkurt’un maharetlerini izledik.

Yanlış anlamayın sakın maharet dediysek bu gösteri maksatlı bir sis bulutu değildir, tütsüdür ve bu da - meraklı bakışları olan ve fotoğraf çeken blog yazarları eşliğinde - tütsülenmiş kıymalı tarhana çorbası...


Közlenmiş kırmızı biberli tarator eşliğinde baklava yufkasına sarılı porçini mantarlı ve trüflü börek...


Közleşmiş patlıcandan mücver üzerinde (sabırlı bir şekilde) “confit” yöntemi ile pişmiş kuzu tandır...


Mango, altın çilek, avokado, ceviz, zencefil turşusu ve akdeniz yeşillikleriyle hazırlanan salata ile sıcak tahinli kek ise bizlerin elinde çıktı ve sofradaki yerini aldı... 



Salata kendini tarifini ele veriyor ama gönlümü fetheden bu pratik kekin tarifini ise paylaşmadan edemeyeceğim.
  • 1 Yumurta sarısı,
  • 1 Yumurta,
  • 15 gr Toz Şeker,
  • 20 gr Tereyağ,
  • 20 gr Tahin,
  • 10 gr Bitter Çikolata,
  • 10 gr Un,
  • ¼ çay kaşığı Kabartma Tozu,
  • 1 dal Taze Nane,
  • 1 /2 çay kaşığı tereyağı ( pişirme kabını yağlamak için),
  • 1 çay kaşığı un (pişirme kabını unlamak için)
Öncelikle belirtmek isterim, bu tarif bir kişilik...

Tereyağı, bitter çikolata ve tahini ise benmari usülü altında sıcak su kaynayan bir tavada karıştırarak eritin, yumurta sarısı ile bir tam yumurtayı ve toz şekeri bir kap içerisinde karıştırın. Ardından çikolatalı karışımın içerisine dökün. Hızla yumurtayı pişirmeden karıştırın. Sonra un ve kabartma tozunu karışımın içerisine ilave edin. 


Kekik pişirileceği kabı  tereyağı ile yağlayın ve kenarlarına biraz da un serpin. 



Karışımı kaba doldurularak 180 derecede önceden ısıtılmış fırında 10-12 dakika pişirin. 


Dilerseniz yanında meyveli –sorbet kıvamında- bir dondurma ile servis edebilir, dilerseniz üzerini meyveli bir sos ile süsleyebilirsiniz.


İnsan tüm haftanın yoğunluğundan arınmak istediği bir Cumartesi günü bu lezzetlerden öte ne ister ki... Şef Serkan Bozkurt ve  o gün bize destek veren Chef’s Table Mutfak Okulu ekibine ve Metro Kurumsal İletişim Müdüresi Ayla Ceylan ve Bilge Ceylan’a bu keyifli gün için teşekkür ederim.

Keyifli günleriniz bol olsun (keki mutlaka deneyin) afiyet olsun...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...