31 Temmuz 2010 Cumartesi

Sağlık için (y)emek gerek!

Takip edenler bilir, ben tatlı meraklısıyım; olsun tereddütsüz yerim, dolapta duracağına midemde dursun, yoksa şayet yaparım hiç üşenmem, gece geç saat olsun açık yer ararım bulurum ama uykuya dalmadan hayal ettiğim tatlıyı afiyetle yer yutarım. Aç yatan tok kalkarmış, boş laflar bunlar... “Tatlı” düşüncesine daldı mı insan bir kere, mide ayrı kazınır; şerbetin çikolatanın cazibesi beyni ele geçirir, uyutmaz...Yaşayan bilir!

Çok zayıf da sayılmam (zaten biz bayanlar ne zaman istediğimiz kadar zayıf ve formda olabildik ki, o da ayrı mevzu) ama göze batan, bir an önce kurtulmam gereken ciddi bir fazlalığım da yok hani... Gelin görün ki, blog yakın çevremde öğrenildi öğrenileli popüler bir soru var gündemde! “Bu tatlılar, bu tuzlular tamam da kilolar nerede?” , “Nasıl böyle kalabiliyorsun peki?”.

Cevap veriyorum!

Yemek yapıyorum, yiyorum, hiç bir zaman yediğimden kısmıyorum. Hatta bazı insanlara göre fazla bile yiyor olabilirim, metabolizmam ve iştahım ile ilgili belgelenmiş bir sorunum yok. 9:00-18:00 arası nispeten hareketsiz kalan, plazada çalışan, normal bir insanım işte...Ama gelin görün ki, yürüyorum! Hem de her yere!

Bulunduğum yerden eve, evden gideceğim yere, 700 mt. ötede oturan arkadaşıma, 2-3 km. mesafedeki anneme-babama, yürümenin imkan verdiği, düzgün kaldırımı olan, otoyol ile bağlantısı olmayan her yere! Geçen hafta sadece spor maksadıyla 25 km civarında yürüdüm mesela, bir gün de değil korkmayın, 4 gün içinde toplamda, üstelik iş-ev, bakkal-market yürüyüşleri de ekstra... Hafif akşam yemeklerinden sonra, atıyorum kendimi sokağa, önce yokuş aşağı ısınmak maksadıyla, sonra dümdüz yolda deniz sağımda-solumda maksat hem spor hem rahatlama... Yemek yapmak/yemek de, eritmek de emek istiyor işte!

Haydi, bugün siz de yürüyün! Kesmedi mi koşun! Hem kilolarınızı hem dertlerinizi bırakın arkanızda... Kilolar ve dertler arkada kaldıkça artan hızınıza siz bile şaşıracaksınız zamanla!

Dediğim gibi emek sarfetmek lazım hedeflere ulaşmak için... Önce bir heveslenin, ardından hedeflerinizi belirleyin sonra koşullarınızı iyileştirin.

Mesela;

  • Dolabınızda sadece köseleler-yüksek topuklular varsa, azıcık sıkıştırın onları, ayak yapınıza uygun bir çift spor ayakkabıya yer açın bugün!
  • Bir adımsayar (pedometre) edinin ve kaç adım attınız, kaç kilometre yürüdünüz bırakın o hesaplasın, siz kafayı bunlarla yormayın! (Sağlıklı bir yaşam ve formda bir vücut için günde 10,000 adımdan bahsediyorum, gerçekten uğraşmayın, bırakın o saysın.)
  • Bir radyo veya mp3 çalar bulun, takın kulaklığınızı girin havaya, notalara bata çıka, dünyayı/dertleri unuta unuta kaptırın kendinizi tempoya!
  • Bir kimlik olsun yanınızda bir de su alacak para, fazlası yük olur, boşu boşuna!
  • Yürümek, koşmak zaten terletir, bir de taşımak için efor sarfedilecek giysilere gerek yok, şort/tayt, pamuklu bir tshirt yeter, gerisi fazla!
  • “Tek başına olmaz bu iş!” derseniz, size eşlik edecek bir de arkadaş edinin o zaman yanınıza!

Son olarak geldik mekana... Spor salonlarına asla lafım yok ama, bizzat havalar güzel iken, deniz kıyısı iyot kokarken, manzara-gün doğumu/batımı varken pek tercih etmem kapalı kapılar, kalın duvar arkasında kalmayı. Son zamanlarda özellikle tercih ettiğim güzergah Caddebostan – Fenerbahçe. Bu güzergah aslen Fenerbahçe Orduevi civarından başlayıp, sahil yolundan Kartal’a kadar devam ediyor. Yürüyüş yapanlar için asfalt zemin, bisikletliler için ayrı bir yol var ve koşanlar da tabi ki unutulmamış, ağaçlar arasındaki yapay zemin sizin yerinize metreleri saya saya uzayıp gidiyor, bir yandan da sağlıklı yaşama dair cümleler yazılı tabelalar ile motive ediyor.

Büyükşehir Belediyesi ve Kadıköy Belediyesi uzun uğraşlar neticesinde aydınlatmayı, yolları, plajları, güvenliği herşeyi düzenledi, bize de hakkını vermek, tadını çıkarmak kaldı!

Bakın dışarı şu anda, saha ve hava koşulları elverişliyse, haydi artık sokağa...

Unutmayın! Sağlık için (y)emek gerek!

Sağlıklı günler!

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Tadım çok, tuzum yok!

Son günlerde dikkatinizi mutlaka çekmiştir, bir “tuz” tartışması var gündemde. Sağlık Bakanlığı aşırı kullanıldığı takdirde, sağlığa zarar veren tuzun tüketimini sınırlamak için Türkiye genelinde çalışmalara başlıyor. Hazır gıdaların tuz oranlarının incelenmesi, az tuzlu gıda üretiminin teşvik edilmesi, tuzlukların kaldırılarak masalara küçük iyotlu tuz paketlerinin konulması var planlar dahilinde... Çünkü fazla tuz tüketimi ile kalp hastalıkları, felç, yüksek tansiyon, kemik erimesi, astım ve böbrek taşı meydana gelebiliyor ve insan sağlığı ciddi anlamda tehdit ediliyor.

Raf ömrü uzun hazır veya yarı hazır ürünler, konserveler, konsantre çorbalar, kahvaltılık gevrekler, bisküviler, işlenmiş et ve tahıl ürünleri ve benzerleri de böylece mercek altına yatıyor. İlerleyen günlerde marketlerde tuz tüketiminin azaltılmasına yönelik uyarıcı bilgilendirmeler görürseniz şaşırmayın...

Haklısınız! Hazır yemekler ve soslar, oldukça pratik, acil durumda hız kazandırıyor, çeşit arttırıyor... Ama hal böyle olunca insan çareyi yine doğalda arıyor, kalkıp markete gidilecek süre zarfında kendi sosunu kendi yapıyor!

“Pesto sos” için malzemelerimiz,

  • 2 su bardağı taze fesleğen
  • 4 diş sarımsak
  • 3 yemek kaşığı çam fıstığı
  • ½ su bardağı zeytin yağı
  • ½ su bardağı parmesan peyniri
  • Taze çekilmiş kara biber

Çam fıstığını kısık ateşte, teflon tavada bir kaç dakika fıstıklar renk değiştirine kadar kavurun. (Lütfen, bu sırada çıkardıkları sesi de duymamazlıktan gelmeyin.) 3 yemek kaşığı yaklaşık 30 gr. geliyor, marketlerde satılan standart paketler ise 25 gr., bu miktar da tarif için yeterli.

Ardından yıkayıp suyunu süzdüğünüz taze fesleğenleri, 4 diş ayıklanmış sarımsağı, kavrulmuş çam fıstıklarını, zeytinyağını, parmesan peynirini ve taze çekilmiş karabiberi mutfak robotuna koyun ve kıvamlı bir karışım olana kadar çalıştırın. Arada açıp, dipte kalan fıstık parçalarını yüzeye çıkarmak için karıştırabilirsiniz, böylece sos pürüzsüz olacaktır. Tarifte, parmesanın tuzlu bir peynir olması sebebiyle tuz yok ama bunca uyarıya karşılık yine de eklemek isterseniz, özgürsünüz.

Bu sosu cam kavanoza koyarak buzdolabınızda 2-3 gün arasında saklayabilirsiniz. Arayı fazla açmayın, fesleğen acımasın. Ama zaten tazeyken tüketmeden duramayacaksınız. Nasıl tüketeceğiniz size kalmış ama, işte benim önerilerim;

Son bir hatırlatma, mutlaka hazır gıda ürünü alacaksanız, ürün etiketlerine dikkat edin. Düşük sodyum oranları olan ürünleri tercih edin. Zira düşük sodyum yüksek kan basıncı riskinin azalmasına, kalp ve damar sağlığının korunmasına yardımcı oluyor.

Tuzsuz günlerde tadınız kaçmasın, afiyet olsun!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Sevgimizi kattık, pastamızı yaptık!

Bahar ortalanır, yaz olur benim çevremde de doğum günleri, evlilik yıldönümleri, kutlamalar başlar. Tüm özel, güzel günler peşpeşe neredeyse, durum böyle olunca insan pek bir tatlı doluyor, o kremalı unlu mamüller bilumum yerine dağılıyor, peşpeşe kutlama olunca spor yapacak zaman kalmıyor.

Sonuç: Form elden gitti gidiyor...

Bu gibi özel günlerde bir de son dakika kararları, “kalk gidelim”ler, “aman mutlaka pasta yiyelim”ler olunca insanın defterine pratik bir tarif eklemesi şart oluyor!

Annemin böyle günler için bir tarifi var, çok pratik, az malzemeli ve gerçekten lezzetli! Annem 20-30 dakika içinde pastasını hazırlar, sunar ve misafirlerini de hep hafifliğinin altını çizerek yakalar. Kırk kere söyledim, “çok reklam yapma, ince bir dilim kes isteyene, hazıra alıştırma, balık tutmayı öğret, tarifini ver yeter” diye! Çünkü bana itina ile kesilmiş incecik bir dilim ASLA yetmiyor! Bir dilim bile kalmamış olsa , öyle misafirli bir günde ne yapardım, hayal bile etmek istemiyorum!

Uzun lafın kısası, bugün “tiramisu” yapıyoruz ama gene standart formun dışına çıkıyor, pastamıza sevgimizi katıyoruz...

Sevgimizi katacağımız malzemelerimiz;

  • 3 katlı hazır pasta tabanı
  • 2 yumurta sarısı
  • ½ lt. süt
  • 1 paket labne peynir
  • 4 yemek kaşığı şeker
  • 1 yemek kaşığı un
  • 1 yemek kaşığı hazır kahve
  • ¾ su bardağı su
  • 2 yemek kaşığı kakao veya çikolata rendesi

Tiramisunun içine sürülecek krema için; yumurta sarıları, süt (%50 yağlı tercihim), 3 yemek kaşığı şeker ve unu bir tencerede karıştırarak muhallebi kıvanıma gelene kadar pişiriyoruz. Gözenek gözenek kaynamaya başlayınca kapatıyoruz ve ara ara karıştırarak soğutuyoruz. Muhallebimiz soğuyunca da içine labne peynirini ekliyoruz ve pürüzsüz bir karışım olana kadar karıştırıyoruz.

Pasta tabanlarını ıslatmak için; su, 1 yemek kaşığı şeker ile hazır kahveyi karıştırıyoruz. Lezzeti farklılaştırmak adına bu karışıma 1-2 yemek kaşığı likör, viski, konyak benzeri içki de ekleyebilirsiniz.

Normal şartlar altında, pasta tabanımızı bu sos ile ıslatıp, tabanlar arasına krema sürmeliyiz ancak dediğim gibi sevgimizi katıyoruz tarifimize. Kalıplar yardımıyla pasta tabanımızı kesiyoruz, düzenli kestiğimiz takdirde 3 katlı 10 adet pastamız olacak.

Ardından pasta tabanlarını hazırlamış olduğumuz kahveli sos ile ıslatıyoruz. Her katın arasına soğuyan kremadan sürüyor ve 3. kat keki de koyup incecik krema sürdükten sonra servis tabağına alıp; kakao, çikolata rendesi veya hindistan cevizi serperek sunuma hazırlıyoruz.

Takip edenler bilir, kalan herşeyi değerlendirdiğimiz gibi kalan pasta tabanlarımızı da robota atıp kırıntı haline getiriyoruz. Yemek kaşığı yardımıyla kadehlerin içine önce kek kırıntıları ekliyor, biraz bastırıyor ve ardından ıslatıyoruz, sonra kalan kremadan sonra yine kırıntı... Kalp pastalara yaptığımız aynı işlemleri malzememiz yettiğince tekrarlıyoruz. Böylece sunumda da farklılıklar yaratmış, alternatifler üretmiş oluyoruz, üstelik hiç bir malzeme ziyan olmadan!

Sevgimizi kattık pastamız hazır! Şimdi kutlama zamanı!

Babacığım sevgimi kattım, senin için pasta yaptım! Doğum günün kutlu, daha nice yaşların, sağlık-mutluluk dolu olsun... Seni çok seviyorum, bu yüzden senin için hazırladığım pastanın hepsini, il sınırları dahilinde olmadığından senin için yiyorum!

Sevgi dolu sofralarınız olsun, afiyet olsun...

20 Temmuz 2010 Salı

Salamonata?

Çocukken olup olmadık şeyler yapınca, “İcat çıkartma çocuğum!” denilir ya, ben bu lafı çok severim. Hayal gücünün zorlandığı anlarda çıkan icatlar, hele ki çocukken, bir ömre izini bırakacak anılar yaratırlar.

Bu sıcaklarda da yapacak başka şey yok icat çıkarmaktan başka, sadece su bir yere kadar, o yüzden insan sınırlarını zorluyor, ferahlatıcı bir şey bulmak-denemek için çabalıyor:

Suya,sodaya nane-limon ekliyor...

Gazlı içeceklerde ferahlığı arıyor...

Limonata yapıyor...

Çayını buzlu ve limonlu tüketiyor...

Ayrana nane katıyor...

Kesmiyor! Bu sıcaklarda, bu nemde insanın içi ferahlamıyor!!!

Hal böyle olunca, internette bir tur atılıyor, “İnsanoğlu bu sıcaklar ile nasıl baş ediyor?” diyerek, global bir bakış açısı geliştirmek farz oluyor.

...Ve araştırmalar neticesinden ortaya, tüm dünyada yaygın olarak tüketilen ama ülkemizde henüz keşfedilmemiş bir içecek çıkıyor. Onlar “salatalıklı limonata” diyorlar ama ben “salamonata” diyeceğim. Eller icat çıkarmış da adını ben koymuşum, çok mu?

Malzemelerimiz bir kişi için,

  • 3 salatalık
  • 1 limon
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • Seyreltmek için su veya soda
  • Buz
  • İsteğe bağlı taze nane

Salatalıklar ile limonu soyun ve sebze-meyve presi yardımıyla her iki sebzenin de suyunu sıkın. Salatalık ve limonun suyunda, 1 tatlı kaşığı şekeri eritin. Oluşan karşımın yoğunluğuna bağlı olarak seyreltmek için yaklaşık yarım bardak su veya sodayı karıştırın. Dilediğinizce buz ve taze nane ekleyin.

Unutmadan!!! Ben, buz ile malzemeleri bir kavanozda çalkaladım; böylece daha çabuk soğuyor ve daha ferahlatıcı oluyor!

Haydi siz de icat çıkarın ve yorumlarınızı paylaşın!

Ferah & serin günler dilerim...

18 Temmuz 2010 Pazar

Modern Zamanlar...

Ekmek arası” varmış eskiden, şimdi “sandwich” dolandı dilimize... Gün ortasında yemek için vakit yokken yada cepte para azken, uğranırmış bakkala; eski kaşar ile domates, biraz da zeytin ezmesi sürülürmüş içi alınmamış çeyrek ekmeğin arasına, para çıkmaz ise yazdırılmış hesaba... Şimdi tüm bakkallar büyüdü market ya da ”şarküteri” oldu, ekmeklerin içi işlenmiş et ürünleri, kızartmalar ile doldu!

Yenmez mi onlar? Yenir... Saklama koşullarına uygun ortamda muhafaza edildiklerini bildikten sonra yenir, neden yenmesin? Ama her gün yenmez! Çünkü işlenmiş et ürünleri olarak bildiğimiz salam, sosis ve sucuk başta olmak üzere, bu ürünlerin doymuş yağ oranları, sodyum seviyeleri yüksektir. Kalp ve damar sağlığımız için, doymuş yağ tüketimini, yüksek tuz tüketimini ve kolesterol içeren besinleri azaltmamız gerekir.

Beslenme uzmanları ve doktorlar boşuna demiyorlar: “KALP-DAMAR HASTALIKLARINA KARŞI BALIK”!!! Gözümüzle görmüyoruz ama, yapılan araştırmalar gösteriyor ki; balık (elbette yine pişirme methoduna göre) içeriğindeki çoklu doymamış yağ ve yağ asitleri sayesinde damar sertleşmesini engelliyor, kan yağlarını ve basıncını düşürüyor, kanın sulanmasını sağlıyor. Özetle “balık” haftada en az iki öğün tabağımızda olduğu sürece, kalp ve damar sağlığımız tehdit edilmiyor. Bkz. Eskimolar! Uzun yıllar süren araştırmalarla teyit edilmiştir ki, balık ağırlıklı beslenen Eskimolarda kalp-damar hastalıkları çok nadirmiş. Fakat “modern zamanlar” ile onlar da bu özelliklerini yitirmiş...

Şimdi madem misafirler yolda, konumuz balık, faydaları ortada...O zaman haydi mutfağa!

Bugün şeklen modern zamanlara ayak uydurup, sağlıklı atıştırmalık olarak “Ekmek Üstü Somon” hazırlıyoruz:

  • 8 dilim baget ekmeği
  • 200 gr. derisiz somon fileto
  • 200 gr. bardak kiraz domates
  • 2 yemek kaşığı ince doğranmış frenk soğanı (chives)
  • 15 yaprak ince doğranmış taze fesleğen
  • 4 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 yemek kaşığı balsamik sirke
  • ½ limon suyu
  • 1 yemek kaşığı kaşığı limon kabuğu rendesi
  • 3 diş sarımsak
  • ½ çay kaşığı tuz
  • 1 çay kaşığı taze çekilmiş karabiber

Teflon tavayı 1 yemek kaşığı zeytinyağı ile yağlayın, somonun zaten yağlı bir balık olması sebebiyle daha fazla yağa ihtiyacınız yok. Isınan tavaya sarımsakları ve limon kabuğu rendesini ekleyin. Yağa tadını bırakan limon kabuğu ve sarımsak üzerine 1 dk. sonra somon filetonuzu koyun. Her iki tarafını da taze çekilmiş karabiber ve tuz ile çeşnilendirerek 5’er dakika süre ile pişirin.

Bir yandan balığınız pişerken, ekmeğinizi verev kesip, üzerlerine fırça yardımı ile zeytin yağı sürdükten sonra 10 dakika için önceden 200 derece ısıtılmış fırına yerleştiriyoruz ve altın rengini alıp, gevrek olana kadar fırınlıyoruz. Bu tarif için 8 dilim yeterli. Lezzeti artırmak için fırından çıkarttığınız hala sıcak olan, altın rengi gevrek ekmeklerinizin üzerine sarımsak sürmeyi unutmayın... Ben eskiden sarımsağı yağda bekletirdim, bu ipucunu Kayleigh’den öğrendim. Harika bir lezzet!

Bir kase içinde, dörde böldüğünüz kiraz domatesleri ve ince doğradığınız frenk soğanı ve fesleğen ile karıştırın. 1 yemek kaşığı zeytinyağı, balsamik sirke ve limon suyu ile sos yapıp, kaseye ekleyin. Yavaşça karıştırın, sos tüm malzemelere işlesin. Damak tadınıza göre bu karışıma bir çay kaşığı hardal da ekleyebilirsiz, somonla uyumlu bir lezzettir.

Salatanızı sıcak ekmeklerin üzerine ekleyin, ekmeklerin ısısıyla domatesler suyunu verirken, en üste de, pişmesiyle beraber ayrılması kolaylaşan somon parçalarını ekleyin.

Hem karnımız doysun, hem de sağlık olsun...

14 Temmuz 2010 Çarşamba

"Balık" desem?

"Balık” denince ürperir misiniz yoksa ağzınız mı sulanır? Tavuk veya kırmızı ete verilen gibi değildir balığa verilen tepkiler nedense;

  • Evde balık pişirmek külfet oluverir,
  • “Ev kokar, balık bulaşığı zordur” denilir,
  • “Proteinse protein işte” diye düşünülür, konserve balık ile mevsimin taptaze balığı bir tutulur.

Ama bazıları için ise balık lezzettir, balık keyiftir, balık (arkadaşlar, rakı, kavun, peynir, meze vb.) tüm eklentileri ile bir bütündür, yalnız yenmez, yenmemelidir...Kallavi sofraların, uzun sohbetlerin kadim yiyeceğidir...Dostlar arasında olunca hele elle yenir, kemiği-kılçığı sıyrılır, yanaklarının içi itina ile boşaltılır.

Peki siz hangi gruptasınız?

Şayet sadece koktuğu veya bulaşığı zahmetli olduğu için, balığa karşı çekingen yaklaşanlardansanız, bugün su altını keşfe çıkıyoruz haberiniz olsun... Ya okumayı burada bırakın ya da artık çeşit çeşit bahanelerin ardına saklanmaktan vazgeçin. Bugün siz de haftada en az iki gün balık yeme kararı alın!

Çünkü balık;

Zengin besin değerlerine ek olarak (pişirme methoduna göre) kalori bakımından fakirdir.

  • Kabuklu deniz canlıları özellikle ıstakoz ve dil, kalkan ile mezgit balıkları yağ değeri düşük deniz canlılarıdır.
  • Dil balığının 100 gramı 100 kalori, kod balığının 100 gramı 89 kaloridir. Turna balığının 100 gramı 96 kaloridir, buna ek olarak protein açısından yüksek değerlere sahip, tuzsuz ve yağsızdır.

Yüksek kaliteli protein ve vitamin-mineral değerleri açısından göz ardı edilmemesi gereken bir besindir.

  • Konserve yerine tercih edebileceğiniz taze tuna balığı, gerçek bir vitamin ve mineral deposudur. Taze tuna balığı zengin Vitamin A, Vitamin B-12, riboflavin, demir, magnezyum , Vitamin B-6 ve Omega-3 kaynağıdır.
  • Balık yumurtası Vitamin B-12 ve zengin Vitamin C, folik asit ve Omega 3 deposudur.

Araştırmalar göstermiştir ki, balık tüketen toplumlarda kalp ve damar hastalıkları daha az görülmektedir. Deniz ürünlerinin öğünlerinde daha çok ve sık yer aldığını bildiğimiz ülkelerin ortalama yaşam sürelerine baktığımızda, beslenmenin sağlıklı ve uzun bir yaşam üzerindeki etkileri belirginleşmektedir. Buna göre, kadın-erken ayrımı olmaksızın,Japonya’nın 82.9, İsveç’in 80.9, Norveç’in 80.2, Yunanistan’ın 79.5 yıl ortalama yaşam süresine karşılık, Türkiye’nin ortalama yaşam süresi 71.8’dir.

“Haydi tarife geç artık” diyenler;

Tarifler ilerleyen günlerde, ama önce size balık alırken faydalanmanız için bir kaç öneri:

  • Taze balık formdadır, bastırıldığında yaylanan parlak eti vardır. Derisi gergindir. Dokunulduğunda yapışkan bir his bırakmamalı, deniz gibi kokmalıdır. Bayat balıkta ise bastırıldığında parmağın bıraktığı çukur kalır.
  • Tüm balıkların parlak kırmızı solungaçları ve berrak, bombeli gözleri olmalıdır. Tazeliğini yitirmiş balıkların gözleri buğulanır ve içine çöker.
  • Taze balığın pulları da sıkıdır, balık üzerinde elinizi gezdirdiğinizde elinize pul yapışmaz.
  • Tazeye erişim imkanı sınırlı ise dondurulmuş balık filetosu veya karides de iyi bir seçim olabilir. Çünkü yakalandıktan kısa bir süre sonra şoklanarak dondurulurlar ve tazeliklerini kaybetmezler. Ancak bahsettiğim tip deniz ürünleri,dondurma işlemi öncesi pişirilmemiş olanlardır. Pişirme sonrası şoklanan deniz ürünlerinin besin değerleri tabi tutuldukları işleme göre farklılaşırlar. Ayrıca donmuş ürün alırken, (sadece balık değil hepsi) önceden çözülüp tekrar dondurulmadığına, paketin açılıp – açılmamış olduğuna, son kullanma tarihine, kokusuna dikkat edin!

Şimdi siz balık tutmaya, ben de tarif yazmaya...

20 dakika için hem lezzetiyle, hem de görselliğiyle sizi ve misafirlerinizi doyuracak balık tarifleri olduğunu duyunca şaşıracaksınız...

“...Elimizde yalnızca levrek, biraz tereyağı ve bir limon vardı...Ellerimle yediğim o üç malzemeli yemek, korteksime protein akın etmesini sağlamıştı. Bundan daha güzel bir şey olabilir miydi?....” Anthony Bourdain – Mutfak Sırları

Rast gele,

11 Temmuz 2010 Pazar

Sağlıklı Atıştırmalıklar

Karnınız aç ama o kadar da değil, yemek istiyorsunuz ama tıka basa değil ya da sadece misafirlerinize sunacağınız sağlıklı ve görsel anlamda tatminkar bir atıştırmalık arayışındasınız...Senaryonuz ne olursa olsun, yaza özel, taze ve ferahlatıcı bir lezzet istiyorsunuz... O zaman bu tarif tam size göre, " Peynirli Izgara Kabak Sarma"

  • 3 adet orta boy kabak
  • 1 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 50 gr.lor peyniri
  • 1 yemek kaşığı taze maydanoz
  • ½ çay kaşığı limon
  • 2 fincan bebek ıspanak
  • 1/3 fincan taze fesleğen
  • Tuz, taze çekilmiş karabiber

Kabakların dış kabukları soyun ve ince ince dilimleyin. Sağlıklı atıştırmalıkları hazırlarken yağ kullanımında da cimri olmalıyız bu sebeple silikon fırça yardımıyla veya sadece elleriniz ile kabakların her iki tarafına da yağ sürün. Önceden ısıtılmış teflon tava veya ızgaranın üzerine yerleştirin. Tuz ve karabiber ile çeşnilendirin ve her iki tarafını da yaklaşık 4’er dk. pişirin. Bu tarifi hazırlarken ben ocak üzeri ızgarayı tercih ediyorum, ne yapabilirim kabakların üzerindeki ızgara izlerini seviyorum.


Kabaklarınız ızgarada pişerken, küçük bir kasede lor peynirini, incecik doğradığınız maydanoz yaprakları ve limon suyu ile ezin.


Pişen her kabak diliminin en sonuna, ½ çay kaşığı peynirli iç koyun, üzerine bir kaç bebek ıspanak yaprağı ve en üste de 1 veya yarım yaprak fesleğen ekleyin. Ardından ızgara kabağınızı rulo yapın ve başlangıç yeri altta kalacak şekilde servis tabağınıza dizin.



Tüm kabak dilimlerini sarma işlemini bitirdiğinizde, servis tabağınızda, tanesi yaklaşık 20-30 kaloriden 15-20 tane ıspanaklı-peynirli kabak rulonuz olacak...


Basit, hafif, sağlıklı ve lezzetli...

Daha ne olsun, afiyet olsun!

6 Temmuz 2010 Salı

Sofranız Çiçek Açsın Diye...

Mutfağa, yemeye ve yemek pişirmeye en azında sadece denemeye meraklı insan nerede ne yese, heveslenir evde aynısını denemeye... Meşhur sarımsaklı ıslak hamburger, pide, pizza, Meksika, Çin ve Hint mutfağından örnekler denediklerim arasında mesela... Tarif yok; koku, tat, doku derken bir şekilde işi kotarıp, adım adım kendi tarifimi oluşturuyorum. Hüsran? Elbette, zaman zaman oluyor, ne de olsa deney(im)...

Bugünün deneyi Türk ve Yunan kıyılarının popüler ürünü kabak çiçeği ile, tarifler arasında popüler hali olan dolma formunda değil ama... “Tempura soslu lor peynirli kabak çiçeği”.... Geçtiğimiz haftalarda Bodrum seyahatimizde Ada Sofra’da leziz bir örneğini yedim. Bu Pazar günü de eşimin ailesinin bahçesinde kabak çiçeklerini görünce dayanamayıp topladım ve denemeye kadar verdim.

Kabak çiçekleri ile ilgili olarak dikkat etmeniz gereken nokta, topladıktan sonra en kısa sürede pişirme sürecine başlamanız yoksa çiçekler kapanıyor ve ince olmaları sebebiyle açmak için uğraşırken yırtılabiliyor. Ayrıca topladıktan sonra hemen ortalarında yer alan sarı tozlu bölümü koparıp yıkayıp, süzülmesi için ters çevirirseniz işiniz bir hayli kolaylaşıyor.

“Tempura sos” için onlarca farklı tarif bulabilirsiniz internette, ben;

  • 1 yumurta
  • 3 yemek kaşığı un
  • ¾ bardak soğuk soda ile
  • Tuz ve karabiberi karıştırarak bir sos hazırladım.

Sosun püf noktası : sos için eklenen sıvının, su veya soda olsun, olabildiğince soğuk olması...

Ne kadar soğuk, o kadar çıtır... Bu sosu sadece kabak çiçeği değil, ince ince dilimlediğiniz kabağın kendisini kızartırken de kullanabilirsiniz...

Yıkayıp süzülen kabak çiçeklerinin içini, çay kaşığı yardımıyla kırmızı toz biber ve nane ile çeşnilendirerek ezdiğim lor peyniri ile doldurdum.

  • 10 adet kabak çiçeği
  • 150 gr. lor peyniri
  • 1 çay kaşığı toz kırmızı biber ve
  • ½ çay kaşığı nane

Tabi baharatı yine zevkinize, damak tadınıza göre çeşitlendirmekte özgürsünüz...

İçi doldurulan kabak çiçeklerini ardından tempura sosa bulayıp, kızgın sıvı yağda hafif rengi dönene kadar kızarttım ve yine fazla yağı almak için, servisten önce kağıt peçetenin üzerinde beklettim.

Ben marketlerde “böreklik” olarak satılan lor ile denedim, bu sebeple önceden denediğim dokuyu yakalayamadim. Merak ettim ve sordum, incelikle cevapladılar; onlar tuzsuz kaşar loru kullanmışlar, daha akışkan olduğu için de sıkma poşeti ile doldurmuşlar...

Bu ipucunu yazdım bir kenara, gelecek defa kendimi/tarifi geliştirmek adına. Siz de deneyin, denemekten asla vazgeçmeyin....

Afiyet olsun,

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...